8 Temmuz 2015 Çarşamba

SAYIKL

Güzel dakikalar hızlı geçerken öyle olmayanlar bir türlü geçmezmiş. Doğru değil bu. Dünyada adaletle hükmeden tek hükümdar varsa o da zamandır.
A kentinden B kentine 80 km/h hızla giden araç işte mesela... düzgün hesapladıysan dediğin vakitte yerinde olur. Bir yeri var demek ki.
Ölülerin canı sıkılır mı? Bilmem, sanmam ama.
Şu B kentine giden araba için B kentinde ne var acaba? Öyle ya, bir şey için gidiyor olmalı o kente, ne için gidiyor? Problem bu yanıtı içermiyor. Problemler böyle şeylerle ilgilenmez, sanki B kenti problemsizmiş gibi. A kentinden neden ayrıldı o zaman o araba, problemi neydi? Belki B’den de C kentine ilerleyecektir bu hiperaktif araba. C kenti güzel midir acaba, yeşillik bir yer midir, denizi var mıdır mesela?
Seyir defterini başkası yazsın işte, çınarlı kubbeli mavi bir limana çıkamayız kaptan. Alfabenin harflerini şehirlere isim diye vererek tüketsek bile çıkamayız.
Büyük aşkı için orospuluk yapan Uğur Hanım vardı hani, “gidilecek yer kalmadı” demişti, “söylenecek söz de” diye de eklemişti. “Ne aşkı lan ceza derler buna” diye başlayan tiradın sahibi boyundan büyük aşık Uğur Hanım. Öldü tabi sonunda, vurdular. Bekir’se ondan önce ölmüştü.
Özgürlük dedin mi kuşlar gelir hemen akla, kanatları var diye istedikleri yere uçabilecekleri sanılır, A kenti, B kenti, Q kenti. Uçmazlar ama öyle, bu da yalan. Sisli puslu pis sahilinden ayrılmaz o martı, kanatlarını da balık avlamak için kullanır sadece. Bazen balık yer, bazen çöp. Akıllı hayvan.
Akıllı diye bulduğu yağlı kemiği bırakmayana derler. Ha bi de şey vardı, “sen kalbi ne zannediyorsun, sıkılı bir yumruk gibi kanlı bir et parçasıdır kalp.” Evet öyledir....ve atar. Martının kalbi de balık ve çöp için atar çünkü akıllıdır.
Dönüp dönüp bir türlü duramayan rulet topu. Başı dönmez dönmekten çünkü yoktur. Durmaktan korktuğu için döndüğü söyleyebilirim ama gerçek hayatta böyle olmaz, durur en sonunda. Hah işte bu “durmak” için şiirler yazmalı, öylece durup durmak için. Öylece durup duran bir yumruk gibi sıkılmış kanlı et parçası.
Peşine taktığı akreple beraber ne kadar çok şeyi ezip geçerek dönüyor bu yelkovan. Pili var ki dönüyor. B kentinde pil var mı? B kenti var mı? Yok.

BİR ÜÇ VE BEŞ

“Melali anlamayan nesle aşina değiliz.
Sana yalnız bir ince taze kadın,
Bana yalnızca eski bir budala,
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir mana.”



İki çeşit insan var; rahatlık denen hazzın içinde gömülü yaşamak isteyenler ve anlama talip olanlar. Tam iki çeşit değil tabi, her şeyden herkeste biraz var.

Bu ikisinin farklılığı en çok belirsizlik-şüphe karşısında kendini gösterir. Rahatlık isteyenler şüpheyi gidermek adına yanlış da olsa inanmaya hazırdır. Anlama teşne olanlarsa değildir.

Belirsizlik insanın hayatına karşı hissettiği tehdittir. Yanlış da olsa inanmaya hazır olanların beka tedbiri derhal biliyor olmaya geçiş yapmaktır, kolay inanırlar.  Yanlışla doğru arasında yüksek fark gözeten anlam düşkünlerinin belirsizlik karşısında aldıkları beka tedbiri ise zayıftır. Anlama talip olanlar aradıklarını bulmak için varlıklarını riske etmişlerdir.

Rahatlığa talip olanlar kazanan tipi insanlardır. Diğerleri değildir.

Şüpheyi gidermenin en iyi yollarından biri yandaş edinmektir. Aidiyet duygusunun insanda oluşturduğu ruhsal tatmin tam da bununla ilgilidir. Yanlış yahut doğru, kendin gibi düşünen-inanan pek çok kişi varsa çevrende rahatsındır. Anlam düşkünleri bu hesapla yalnızlığa taliptir.

Anlamla ve dolayısıyla gerçekle ve dolayısıyla samimiyetle kafayı bozmuşların semtine rahatlık pek uğramaz... hatta yanlışlarıyla gayet samimiyetsiz ilişkiler kurmuş (zina) rahat düşkünlerinin nemli-sıcak mağaralarındaki rahatlıkları anlam düşkünlerinde tiksinti uyandırır.

Anlam düşkünleri bir fikrin moda olabilmesini saçma bulur, rahatlık isteyenlerse trendlere bayılır.

“Günün adamları” türünden insanların ortaya çıkış sebepleri de rahat düşkünlerinin bu trend ihtiyacındandır. (Ya da inanç ihtiyacı) Tam bu noktada ilk olarak liyakat ayaklar altına alınır. Samimiyetsizlik, yapay duyarlılık gösterileri, düşük estetiğe sahip şeylerin yükseklermiş kabul görmesi, zarfın mazrufu ezmesi bu meşum “aidiyet duygusu kaynaklı trend seviciliğin” tezahürüdür, kaçınılmaz sonuçtur, mukadderdir.

Söz konusu olan şey kelime ise, cümle ise ve 100 yıl önce yaşamış atalarımız bu konuda sarraf hassasiyetine sahipse...bizim şu an sahip olduğumuz hassasiyet ancak demir doğramacınınki kadardır.
Bunun böyle olması kaçınılmaz çünkü pop kültür geçti bizim üzerimizden. Pop kültür beyne-kalbe sirayet edecek şekilde incelikli kelime kullanımını sevmez. Pop kültürün dili görseldir. Ama öyle usta işi estetiğinde bir görsellik falan değil, gör-geç resimlerdir pop kültürün lisanı. Pop kültürün tabiatı tüketimdir çünkü. Kelimelerin de gör-geç resimler gibi kolay anlaşılır  ve tüketilir olmasını ister pop kültür. Duygu yoğunluğunun ucuz duyarlılık gösterilerinin ötesine geçmesine tahammülü yoktur, samimiyete ve inceliğe tahammülü yoktur. Tüketim kültürü bunu gerektirir.

Osmanlı ve Türkiye olarak hiç bir zaman elle tutulur-gerçek bir intelijansiyaya sahip olmadık. Aydın diye baş tacı ettiklerimiz de  kalemin namusunu gözetmeyen, “miş gibi”liklerin canlı örneği türünden günün adamları oldular hep. Rahat düşkünlerinin talep ettiği trendleri oluşturdular ve dayattılar bu sözümona aydınlar. Bu trendler de genelde batıdan ithal şeylerdi hep.

Bu kaotik pazarlama ortamında dna’mıza kodlanmış kelime sarraflığımız da erozyona uğradı. Şiir bizi terk etti. Giderek incelikten yoksun, abartılı bir romantizmin eseri sahte duyarlılık gösterilerini gerçek duygulara tercih eder olduk. Pop kültür ne zarf bıraktı bizde ne mazruf. Şiirin bizi terk etmesinden kastım sadece edebi bir yoksunluk değil.... içimizdeki şiiri de kaybettik.

Kof.... içi boş demek. 21. yüzyıl tüketim iklimini en iyi anlatan kelime budur bence. Halkını çok seviyor gösterisi yapan, Allah’ı çok seviyor gösterisi yapan, ince düşünceli ince duyguluymuş gösterisi yapan, kendisini olmadığı biriymiş gibi pazarlayan, nema odaklı korkunç bir kof kalabalığın yarattığı ham-arabesk-bayağı iklimde öyle değilmiş gibi yaparak geçecek ömrümüz.  Anlama talip olmaksa belayı doğrudan  satın almaktır. Ah be güzel aşık, cevrimizi çekemezsin demedim mi?



keyif senin 
istersen talihini billur akıntılarla bir tut 
ellerini göğsüne kavuştur 
doğu batı kuzey güney diyerek 
koştur 
bir üç ve beş istersen rom kadehleri gibi 
nasıl ki unutulmuşsun 
devril 
ve bitir maceranı”

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...