8 Mayıs 2012 Salı

FA-FE


Fikirlerimizin hür aklımızın eseri olduğunu iddia ederiz  ya…nasıl da komiğizdir!
Akıl hür falan değil bi kere…olamaz da çünkü karnımız acıkıyor, çünkü yer çekimi var!

Fikirlerimizi bulunduğumuz yer belirliyor…misal otobüs.
Özellikle sabahları ve akşamları belediye otobüsü yanaştığı duraktaki yolcuları alamayacak kadar dolu olabiliyor, ben çok gördüm, oluyor böyle. Otobüsün ön tarafları tıka basa insanken orta ve arka tarafları daha seyrekçe olur hep ve aşağıdan bunu gören “otobüs binemeyenleri” bağırır:
İlerlesenize kardeşim, arkalar boş, binemiyoruz, bizim de işimiz var, biz de ekmek peşindeyiz, geç kalacağız!
Şoför de kalkar, arkaya döner ve aynı fikri dillendirir:
Arkalar boş, ilerleyelim lütfen!
Orta ve arka taraflar bir müddet sessiz kalır hep…ama bakarlar ki otobüs bir türlü gitmiyor, onlar da kendi fikirlerini iletirler:
Kardeşim balık istifi mi yapacaksın, doldu işte otobüs, nereye binecekler yer mi var! (Buradaki “kardeş” şofördür, şanslı orta-arka sakinleri aşağıdaki binemeyenleri muhatap almaz, kardeşten saymaz. Bunun sebebi bir türlü gitmeyen otobüsü götürecek kişinin şoför olması olabilir.)

Binemeyenlerin şikayetlenmesini haksız bulamayız, işlerine-okullarına yetişeceklerdir, ekmek derdindedirler, müdürleri kızacaktır, sınavları vardır, onların da binmiş şanslılar kadar hakkı vardır o otobüse binmeye, talepleri gayet insani ve haklıdır.
Beri yandan balık istifi değil de insan gibi gitmek isteyen orta-arka sakinlerinin “almadan gidelim” fikirleri de haksız değil, insan gibi yolculuk etmek istiyorlar işte, insani bir talep değildir de nedir bu?
Tam burada yeterli otobüs koymayan belediyeyi suçlamak da mümkün ama buna karşılık belediye yetkilileri de “iyi de gündüz boş gidip geliyor bunlar” diyebilir. Kaldı ki sabahın köründe belediyeyi suçlamak kimsenin işine yaramaz, otobüse binenler ve binemeyenler diye iki sınıf oluşmuştur, binemeyenler dilekçe yazmaktansa binmeye zorlamayı tercih edeceklerdir. Binenler de şoförü zorlamayı tercih eder “gidelim gidelim” diye.

Orta okul çocuğu kafasıyla bu denk düşmeyi bir türlü anlamazdım ben…
Nasıl olur da her sabah “balık istifi de olsa herkes otobüse binmeli” görüşünün savunucuları (kolaylık olsun diye bu gruba “fa grubu” diyelim) hep otobüse binemeyenlerden oluşurken “insan gibi gitmek lazım, balık istifi olmaz” diyenler (bu grup da “fe” grubu olsun) hep otobüse binmeyi başarmışlardan oluşurdu… fa fikir akımının temsilcileri hep otobüse binememiş, fe fikir akımının temsilcileri de hep binmiş oluyordu, bu kadar da tesadüf…nasıl olabilirdi ki?

Tabi ki bunun tesadüf falan olmadığını…bu gün “ilerlesinize kardeşim” diye bağıranın yarın otobüse binmeyi başarırsa “balık istifi mi olacaz kardeşim” diye bağıracağını kestirebilecek kadar zekiydim o yaşlarda da.( ya da bunu kestirebilecek kadar kaybolmuştu masumiyetim)

Fa ya da fe olmak düşünüp düşünüp bir fikre varmanın, bir fikir akımına tabi olmanın ifadesi değildir…otobüse binmiş-binememiş olmanın ifadesidir. Fikir zannettiğimiz, doğruluğunu savunduğumuz bu şey bir düşüncenin ürünü değildir, bir “o an bize öyle gelme”dir.

Evet…o an bize öyle gelir…demek ki bulunduğumuz yer “fikir”lerimizi belirleyen tek etken değildir, bir de zaman etkilidir ki “o an” diyorum. “Olayları ve kişileri zaman ve şartlara göre değerlendirmek lazım” diyenler bunu kast ediyormuş demek.

Bu “o an bize öyle gelme” ile “işimize öyle gelme” arasında fark hem vardır hem de yoktur. Bilgi sandığımız şeyin aslında inanç olmasıyla ilgilidir. Biz öyle inanıyorsak öyle olup olmaması neyi değiştirir ki “bizim için”? Bilgi sandığımız şeyin inancımız olmasının farkına varırsak “o an bize öyle öyle gelme” ile “işimize öyle gelme” arasında fark oluşmaya başlar bizim için…ne kadar farkına varırsak o kadar fark oluşur. Vicdan denen şey de o farkındalık oluştuktan sonra çalışmaya başlar…merhamet devreye girerse o farkındalığa da ihtiyaç yoktur da…uzun ve başka bir konu bu, girmemek daha iyi.

Bu fa-fe ne kadar fikir akımıysa sağ-sol da o kadar fikir akımıdır bir bakış açısına göre. Kastım ezenler-ezilenler değildir, dahil olacağınız grubu belirleyenin durduğunuz yer olduğunu kast ediyorum.
Ve dünyaya ne kadar aynı yerden bakarsanız, empatiden ne kadar yoksun olursanız o kadar radikal olursunuz, karşı kampa karşı kıyıcı olursunuz…Beşiktaş’lı olduğu için, Galatasaray’lı olmadığı için insanların dövülebildiği hatta öldürülebildiği bir dünyadan bahsediyoruz, bunu yapabilen insanlardan bahsediyoruz…konumuz bir çok şey olabilir ama fikir değildir, düşünce değildir…

12 eylül öncesi dönemde gece yarısı militanlar yolda giden arabayı durduru ve sorardı:
Sağcı mısın solcu musun?
Şoför soranların hallerinden tiplerinden sağcı mı solcu mu olduğunu kestirmeye çalışırdı “ben de sizdenim, bana dokunmayın” diyebilmek için. Çevirenler sağcı ise sağcı, solcu ise solcu olma eğiliminde idi aracı çevrilen kişi…
Çevirenler de aptal değildi elbette, ne taraftan olduklarını belli edecek işaretler bırakmadan sorarlardı “sağcı mısın solcu musun?” diye.
İnsanlar sağcı ya da solcu idi, o kadardı, kendi tarafındansa iyi, değilse kötü idi…kendi tarafındansa en iyi şeylere layıktı, değilse ona yapılacak her zulüm hak idi…
Neci olduklarını kestiremeyen araç sahibi “gardaş ne sağcıyım ne solcu, ben bilmem öyle şeyler, evde çoluk çocuk var, ekmeğimin peşindeyim” derdi yalvaranımsı bir makullukle ve anlayış beklerdi.
“Gardaş” bu tip durumlarda işe yarar bir hitaptı… adam normalde şiveli konuşmuyorsa bile “halkı için çabalayan, halkı için canını tehlikeye atmış ve halkının büyük çoğunluğu köylü olup “kardeş”e “gardaş” diyen insanlardan oluşan bu insanlar”a “kardeş” diye değil de de “gardaş” diye hitap ederdi…bi umut. Korkan insan köylüleşir yani…hapishanelerde de rock’n roll değil bağlama çalar zaten…
Hikayenin bundan sonrası farklı farklı gelişir…bazen içlerinden biri adama acır da bırakır, bazen bırakmaz…bazen arabadaki kadın ve çocuk militanların merhamet duygularına dokunur da bazen arabada çoluk-cocuk olmaz…
Ama bu hikayelerde değişmeyen şey güvenli sohbetlerde görüşlerini büyük cesaretlerle, yüksek kesinlikle ve bağıra bağıra ifade eden sıkı sağcı-sıkı solcu insanların bu çevirmelerde birden ekmek peşindeki apolitik insanlara dönüşmesiydi…

12 eylül darbesinin yargılandığı şu günlerde darbeden 2 yıl sonra insanların nasıl olup da darbecilerin anayasasına % 91.3 oranında evet dediğini anlayabilmek için şartlar ve zaman faktörlerini doğru değerlendirmek gerekir. Aynı şekilde halkın bu oylamadan 5 yıl sonra “bunlar politika yapamasın” dediği kişilere % 50.16 ile “politika yapsın” demesini de  anlamak zor olabilir sadece “şimdi”yi yaşayan insanlar için. % 49,84’ün “hayır, bu adam politika yapmasın” dediği kişiyi 4 yıl sonra başbakan seçmesi ise bambaşka bir durum :) Hiçbir karara doğru ya da yanlış demiyorum, sadece bakarak süzmeye-anlamaya çalışıyorum…11 yıl bu kadar büyük farklılıklar yaratır mı? yaratıyor işte, oldu bunlar.

“Bir fikir kesinleştikçe gerçeklerden uzaklaşır, gerçeğe yaklaştıkça kesinlikten uzaklaşır.” diyen Einstein artislik olsun diye etmemiş bu lafı…
Beri yandan “kainatta birbirine eşit iki şey yoktur.”
“Bir şey biliyorsam o da hiçbir şey bilmediğimdir.” diyen Sokrates de artisin teki değildi, oldukça ciddiydi bunu söylerken.
“Kitleler düşünmez maruz kalır” ya da “Kitlenin düşünecek bir beyni yoktur ancak sizi alıp en tepeye çıkartacak ya da en dibe indirecek binlerce kolu vardır ahtapot gibi.” diyen Cemil Meriç’in bu sözleri de üstte yazdığım sözlerin geçerliliğinin sonuçsal ve sosyal ölçekte genişletilmiş ifadesidir.

2 yorum:

  1. otobüs ve şoför olmazsa yolcular olmaz ,yolcular olmazsa otobüs ve şoför olmaz diyerek ben durumu kurtarıyorum :)) ..birbirini anlamlı kılan zorlu denklem ..

    YanıtlaSil

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...