14 Şubat 2011 Pazartesi

AŞAĞI DİYEBİLMEK İÇİN ÖNCE SEÇİM YAPMALISIN

Bir fahri adli tıp doktoru ya da sigorta eksperiymişçesine lüzumsuz aritmetikler içinde olmaktan fayda gözetilmediği aşikar ancak sonun bulunması beklentisi de bir o kadar irrasyonel çünkü yer çekiminin ünsüz kardeşi yer itimi belirleyici olmaktan uzaklaştırır seni, buna “zaman” denir. Anlaşılması zor bir 4. boyut hakimiyetidir bu, anlaşılması büyük lükstür, fizik kimin neyi ne kadar bildiğini önemsemeksizin doğru bildiğini yapar. Ram olan özgür kalır, direnen eksilir. “İşte” diye başlayan bir cümleyi kurmak için bir ömür harcanır ama o “işte”nin cümlenin başına gelip oturamamasının sebebi çok zaman yıldızların ya da başka bir şeylerin birbirlerine göre konumlarının uygunsuzluğu değil şahsına ait bir takım konumsal uyumsuzluklardır. Çok kişisel gelişimvari oldu son cümle ama doğru söze de “doğru” demek lazım sevimsiz de olsa.
Zaman ülkesinden kopup bağımsızlığını ilan etmiş bir an parçasında dahi olsa “işte”li bir hüküm cümlesinde yaşamış olmak ölünürse eksiksiz ölmüş olmanın gereği midir, şartı mıdır? Şüphesiz bir var olmanın bedeli bir ömür müdür hatta bir ömür yeterli midir? Bu muydu Faust’u bedbaht eden melal, aptal Byron neyin peşindeydi ki hakikaten, Hedon’un en iyi müridi olmak imtiyazını yakalamışken ilgisiz bir coğrafyada ilgisiz milliyetler arasında kalarak genç bir terk-i diyar neyin nesiydi? Anlamsızlıklarda anlam bulmak belayı satın almak eğilimimizin en temel tezahürlerinden sanırım. Lüzumsuz aritmetikler yaparak üstüne zarar eden en zeki ve en akılsız eşref-i mahlukata tabi olmanın kaçınılmaz faturasını ödemek de isteğe bağlı değil…sanırım. İçimizde Sade'ın lanetini taşıyoruz belki de. Bu kadar çok kelimeden bir tek anlamlı cümle oluşturamadan mı gideceğiz?
Ve zillet....yönü nereye doğru bir kelimedir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...