Şu
İngilizce “no” kelimesi “nööö” şeklinde yapıştı ağzıma, kendime yakıştırmıyorum
ama kullanmadan da duramıyorum, oturdum düşündüm bu kelimeye bu alaka nerden?
(Dizilerden tabi nerden olacak da başka sebep de olmalıydı)
Türkçede önemli kelimeler hep tek hece iken
(at, et, it, ot, ok vs.) evet ve hayır’ın iki hece olması tuhaftır.
“Evet”in aslı “emet”miş ve bu kelime
Türkçe kökenli. Tuhaf ama gerçek, Türkler olumlu cevap kelimesine iki heceli
bir kelime tayin etmiş.
“Hayır”ın durumu daha da tuhaf çünkü bu kelime
Arapça kökenli. Ne yani Türklerin olumsuz cevap kelimesi yok muymuş? “Yok”u
kullanmışızdır bunun için ki hala kullanıyoruz ama asıl olumsuz cevap kelimemiz
“hayır”dır. Daha da tuhafı iki farklı anlamı varmış gibi algıladığımız bu
kelimenin aslında tek bir anlamı var: iyilik.
-
Çay ister misiniz?
-
Hayır.
“Çay içmememde hayır vardır” anlamında imiş bu “hayır”.
Öyle minnoş bir milletiz ki “NOOO” diye patlayan bir olumsuz kelimemiz yok, “içmesem
daha iyi” gibisinden savuşturuyoruz, net bir reddetme söz konusu değil.
İşte bu minnoşluğu kabul etmeyen bünyem patlayan bir
olumsuz cevabın eksikliğini “nööö” diye patlayarak gideriyormuş. Çinko eksiği
olan çocukların toprak yemesi gibi bir şey işte bu da, yapıyorsun ama sebebini
bilmiyorsun. Bilmiyordum yani, öğrendim.
Birbiriyle çok ilgisiz gibi görünen dört farklı alfabenin
ilk üç harfi bu şekilde. Görüldüğü üzere Arap Alfabesi’nin üçüncü harfi hariç
bütün harfler uyumlu. Yani Alfa, Elif, Alef hep aynı, hepsi de A harfi.
Elif kız ismi, alfa baskın olan…aynı onlar, evet.
“Alfabe” kelimesi de Yunan Alfa-Beta’nın kısaltılmışı
zaten, Türkiyede bu kelimenin yerine “Abece”yi yerleştirmeye çalıştılar ama
tutmadı, yani Yunancayı şutlayıp Latinceyi getirmeye çalıştılar, olmadı. “Elifba”
denince de yazın gidilen Kuran kursları geliyor akla ama o da “alfabe” ile aynı
aslında.
Bu nasıl oluyor, ikisi Batı ikisi Doğu, alakasız
coğrafyaların alfabeleri nasıl da benziyorlar böyle birbirine?
Öyle değil o iş, bu alfabelerin hepsi Batı’dır. Batı-Doğu
sınırı gözümüze Kapıkule gibi görünür ama çok daha doğudadır aslında. Avrupa-Arap
Yarımadası Batı’dır, Hindistan-Çin ise Doğu.
Dünyada hep iki dünya var olmuştur, Mezopotamya ve Çin,
nitekim Batı’nın özü Mezopotamya, Doğu’nun ise Çin’dir.
Alfabelerin benzemesinin sebebi hepsinin Fenike Alfabesi’nden
esinlenmiş olmasıdır.
Fenike de aha burası, Kıbrıs’ın doğusu, sene m.ö. 1500
filan, buradan yayılmış işte oraya buraya. Arada Nebatiler filan var, Araplarla
İbraniler (Araplarla Yahudiler amca çocuklarıdır) onlardan almışlarmış, tarihçesi-hikayesi
uzun, meraklısı araştırsın, lüzumsuz ayrıntı lüzumsuzdur bu yazı için.
Bu arada Doğu-Batı sınırını Hindistan-Arap yarımadası
arasından çizdik ama buralar da sanıldığı kadar uzak değil birbirine,
aralarında ince bir deniz var (1000 km), öteki tarafa geçmek çok zor değil,
vaktin çoksa yukarıdan da yürüyebilirsin.
Biz “Batılılar” Hinduizm’i çok tanrılı bir din olarak
biliriz ama Hindular tek tanrıları olduğunu, diğer bütün tanrıların o asıl tek
tanrının farklı yansımalarından-sıfatlarından ibaret olduğunu söylüyor.
(Esma-ül Hüsna gibi) O tek tanrılarının adı da Brahma. Brahma’nın Hz İbrahim
olduğuna dair iddialar mevcut. “Hadi len” demek üzereyken eşlerinin adını
öğrenince bi duralıyor insan. (Evet Hinduların tanrısının eşi var) Brahma’nın
eşinin adı Sarasvati, Hz. İbrahim’in eşinin adı Sare.
Asıl şüphe uyandıransa hem Arapçada hem de Sanskritçede sesli harf bulunmayışı ve İbrahim ve Brahma isimlerinin aynı sessiz harfleri aynı sırada bulunduruyor olması...
Karışık işler, ben
bilmem, meraklısı araştırsın.
(İbrani: İbrahim’den gelen, Yahudi: Yehuda’dan gelen
(Yehuda: Hz. Yakup’un oğlu), Musevi: Musa’dan gelen)
Şu meraklısı hazır el atmışken Tasavvuf’un kökenindeki
Hindistan ve Yunan etkisini de araştırsın hatta Hristiyan-Yahudi
mistisizmlerine Hindu etkisine de bi bakınsın.
Niyetim bilgi bombardımanı yaparak artislik etmek değildir
(Soner Yalçın çok yapar bunu, çok antipatik bir tavırdır) ki doğru dürüst bilgi
de vermiyorum zaten, mevzuları ucu açık bir şekilde bırakıyorum ancak aydınlık
bir dimağ şu ilk üç harfin benzerliğinden huylanır, niyetim de tam olarak budur,
huylandırmak.
Uzak sandığımız yerler yakındır, ilgisiz sandığımız pek çok
şey gayet ilgilidir, Mısır’dan hiç bahsetmedim, Endülüs bile demedim, hem bilgim
çok değil hem de yazının çok uzamasını istemiyorum, söylemeye çalıştığım şey şudur: hangi meselenin köküne inerseniz
coğrafyalar ötesi bir benzerlik hatta aynılık görüyorsunuz. Araplar, Avrupalıların
göç etmemiş olanları sanki, Yahudiler her yere dağılmış ama akılları gene Kudüs’te.
Kültürler arasında şu an uçurumlar olması yanıltmasın, insanları anlamak
istiyorsak hepsini birden anlamak zorundayız yoksa bütün anlamalarımız güdük
kalır.
- Boş boş konuşmaya programlı bazı ağızlar gayet
güzel “Fransız, Alman edebiyatı, İngiliz kültürü vs.” diyebiliyorken iş
Türklere gelince “Türkiyeli, Türkiye edebiyatı” pespayeliğine girişiyor. Kökü
dışarıda bir propagandanın gayet düşük zeka bir tezahürüdür bu, bu minnak zekalı
ağızlara söz kar etmez, kürek lazımdır düzeltmek için. Tamam şiddete karşıyız
da kürek de insan ırkının önünü gayet güzel açabilir bence. Küreği yabana
atmayalım, bi düşünelim. Canım kürek.
Bu arada Fransız, İngiliz, Alman
kelimelerinin iki anlamı olduğu gibi Türk kelimesinin de iki anlamı var: Türk
ırkından olana Türk denir, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olana da Türk denir.
Irk meselesi farazidir, saf Türk ırkına mensup birini bulabilir miyiz
bilmiyorum, saf Alman, saf İngiliz de bulamayız (İngilizler İngiltere’ye göç
etmiş Almanlardır zaten, Almanlar gelmeden Keltler vardı o adada,
İrlandalıların ataları), bir meseleyi ırk üzerinden anlamaya çalışırsak yolumuz
kesin yanlışa çıkar. Aslolan mensubiyettir, Ermeni kökenli Fransız, Hint
kökenli İngiliz, Rum kökenli Türk, Kürt kökenli Türk vb. Doğru kullanım budur,
işin aslı budur. Siyasi ayrımcılık yapabilmek adına en temel hakikatlerin gözü
çıkartılıyor ve hakikat derdini anlatamıyor…çünkü duymak istemeyen kulağa ne
kadar bağırsan boş!
Şu “bayan
değil kadın” duyarlılığı nereden çıkmıştır, nedir?
Avrupalıların bekaret
merakından pırtlamıştır bu mesele. Şöyle:
Avrupalılar, önce hitap
kelimesini sonra soy ismi söyleyerek hitap ediyorlar insanlara.
Bizde öyle değil, önce ilk
isim sonra hitap kelimesi söyleniyor.
Türkler bana Hüseyin Bey
derken İngilizler Mr. Bayram diyor… gibi.
Sorun Avrupalıların erkeklere
tek bir hitap kelimesi kullanırken hanımlara bekaret ayrımına göre iki adet
hitap kelimesi kullanması. Buradaki ayrım net olarak bekarete yönelik çünkü evlenmiş
hanımla dul hanıma kullandıkları kelime aynı, sadece hiç evlenmemişlere farklı
kelime kullanıyorlar.
Görüldüğü üzre Türkçe bir Avrupa dili değil, biz farklıyız,
bakir-bakire ayırmadan cinsiyetlere yönelik tek bir hitap kelimemiz var.
Avrupa’da yüzyıllaaardır devam eden bu henüz hitap esnasında
hanımın bekaretine vurgu yapılmasına Avrupalı hanımlar sonunda isyan etti, son
derece haklı bir isyandı bu, öyle ya, sana ne lan benim bekaretimden di mi? Bu
isyan neticesinde evlenmemiş hanımlara yönelik “ms, mademoiselle” gibi hitap
kelimelerini kullanımdan kaldırarak bütün hanımlar için tek tip “mrs, madame”
gibi hitapları kullanmaya zorladılar insanları. İyi de ettiler, çok
haklıydılar.
Hal böyle olunca Türk hanımların boynu büküldü çünkü
onların çözecek böyle bir sorunu yoktu! Avrupalılara benzeyebilme yolunda
sorunsuzluk da sorundur! Birtakım aklı evveller de buna çözüm buldu: bayan
değil kadın. Çüş!
“Bizde de kız-kadın ayrımı var bekarete yönelik” gibisinden
bir itiraz gelebilir bu noktada. Evet kadın’ın öyle bir anlamı da var ancak pratik
kullanımda kadın “yetişkin hanım” olarak kullanılıyor. Gençlere de “kız”
diyoruz. Kaba bir hesapla 30 yaşına kadar kız, 30-40 arası hem kız hem kadın,
40 sonrası da kadın, evli olup olmamayı pek önemsemiyoruz kız-kadın seçimi
yaparken. Kaldı ki bu iki kelime de hitap kelimesi değildir, bizim hitap
kelimemiz “hanım”dır, yani Türkçede hitap ederken bekarete vurgu yapan bir
kelime yoktur, hem de hiç yoktur.
Ayrı bir dangalaklık da “kız” kelimesini kullanmaya imtina
edenler tarafından icra edilmektedir. “Üniversite öğrencisi kadın” diye haber
okumuşluğum var! Oha be, 18-20 yaşındaki kız çocuğuna “kadın” demek nasıl bir
garabettir, velev ki bakire değil! Kızdır o yahu, genç kızdır, o kadar. Bunun
sınırı nedir, 3-5 yaşındaki çocuklara ne diyeceksiniz? Diyecek söz bulamıyorum
bu beyin fukaralarına ben!
Bu “bayan” kelimesi ne peki? O da apayrı bir saçmalık. 1930’lu
yıllarda Avrupalılara benzeyecez diye “mr-mrs” benzeri “bay-bayan” kelimeleri
uydurulmuş, bana Hüseyin Bey değil de Bay Bayram denecekmiş güya…Tutmamış tabi
bu iş, bay kelimesine Didem Madak şiirleri dışında rastlanmamış (o da ironiyle
kullanmış) ama bayan kelimesi bir şekilde yer bulmuş kendine günlük kullanımda.
Alışkın olunmayan bir kelime olduğu için resmiyet arz ediyor bu kelime ve
erkekler tanımadıkları hanımlara mesafeli bir hitap kelimesi olarak kullanıyor,
“bayan saatiniz kaç acaba” gibi. (Dile oturmamış, alışık olunmayan kelimeler
resmiyet-mesafe arz eder, bkz. cinsel organların bilindik isimlerinin
söylenmesi gayet ayıp iken “vajina, penis” gibi kelimelerin kullanımının ayıp
sayılmaması) Bence mis gibi “hanım” kelimemiz varken bu “bayan” kelimesi keşke
hiç icat edilmesiydi ama bir şekilde gelmiş kendine bir kullanım alanı bulmuş bu
kelime, çok da üstüne gitmemek lazım.
Ama bayan değil de kadın desek ne olacak ki, Avrupalı
hanımlar gibi sorunlarını çözmüş olamayacak bizim hanımlar…çünkü sorunları hiç
var olmadı, yoktu!
“En zoru da karanlık odada siyah kediyi bulmaktır,
özellikle de kedi odada yoksa” diyen Konfüçyüs nasıl da haklı değil mi bayanlar?
Eninde sonunda mı önünde sonunda mı?
Doğrusu "önünde"li gibi geliyor ama değil. Öyle olsaydı "başında ya da sonunda böyle olacak" gibisinden bir anlamı olurdu, halbuki "sonunda-bitiminde böyle olacak" anlamı var.
"En son"un uzatılmış hali işte, o eninde "en"den geliyor, yani sonlara doğru filan değil iyice sonunda, en sonunda vurgusu var.
Bittiği sanıldığında bile aslında bitmemiş olacak ve gerçekten bittiğinde dediğim gibi olacak...demek tam olarak eninde sonunda.
Okumak: okumak
Okuma yapmak: bir atölyede okuma diye bir şey imal ediyorlar herhalde, hiç fikrim yok bu nedir, ne saçma bir ifadedir!
Zang: Farsça
kökenli, siyah demek
Zenc: Arapça kökenli, siyah demek,
Siyah: Farsça kökenli, siyah demek,
Kara: Türkçe kökenli, siyah demek.
Araplar “zenc” kelimesini Farsçadan almış, bize Arapçadan
geçmiş.
“Zenc”i kullanmıyor olabiliriz ama sonuna eklenen Arapça “i”
eki ile kullanıyoruz: zenci.
Turuncu: turunç rengi (turunci)
Haki: hak rengi (hak,
toprak demek)
Erguvani: erguvan rengi
Lüzumsuz bilgi: Tanzanya’daki Zanzibar bölgesinin adı da Farsça
“zang”dan geliyor, “zencilerin sahili” demekmiş Zanzibar.
Afrikalı kardeşlerimizi tanımlamak için Batılılar da çok
yaratıcı davranmamış ve direkt “siyah” anlamına gelen kelimeler kullanmış.
Bugün kullanımı sonnn derece sakıncalı olan “negro” kelimesi İspanyolca kökenli
ve diğer dillere de geçmiş. (Eti Negro diye bisküvi var, kakaolu, Türkiye
dışında başka isimlerle satılıyor çünkü büyük çıngar çıkar Avrupa’da Amerika’da
“negro” diye siyah bisküvi satarsan!)
Siyahsa siyah işte, ne ki bu insanların “negro” kelimesiyle
derdi, bu kelimeyi kullanmak doğrudan nefret suçu sayılıyor, neden? Çünkü
Batılıların Afrikalı siyah derili insanlara etmediği eziyet kalmamış, gemilerle
taşıyıp taşıyıp köle yapmışlar Avrupa-Amerika topraklarında, “negro” kelimesi o
insanlık dışı kölelik dönemlerini anımsattığı için kullanımı zinhar yasak! Şimdilerde
o meşum kelimenin yerine Afro American, African, black, noir gibi kelimeler
kullanılıyor.
Bizde de “zenci” yerine “siyahi” kelimesini kullanma
duyarlılığı moda oldu, özü Farsça olan bir kelime yerine başka bir Farsça
kelime kullanma duyarlılığı, ama her iki kelimenin sonundaki “i” eki yine
Arapça! Yahu neden? Bizim zencilerle kötü anılarımız yok ki! Yok çünkü Sanayi
Devrimi’ni yaşamadık. Afrika’nın kara derili insanları bugün bütün Batı’dan
nefret ediyor ama bizden etmiyor.
Şu “bayan değil kadın” duyarlılığına benzer bir durum bu
da, Batılılara benzeyebilmek adına onların sorunlarını ithal ediyoruz.
Zencilerin bizim “zenci” kelimemizle asla sorunları yok ama Batılıların “negro”
kelimesiyle çok pis sorunları var. (Azıcık dizi kültürü olanlar bilir,
Amerikalı zenciler birbirlerine “nigıı” diye hitap ediyor ama bir beyazın böyle
söylemesine izin vermezler, sadece kendileri kendilerine diyebilirmiş, onlar da
bi tuhaf😊)
Velhasılı “zenci” kelimesini kullanmaktan kaçınmak son
derece anlamsız-yersiz bir duyarlılık şovudur, saçmadır.
Peki bizde kötü anıları çağrıştırdığı için anlamında sorun
olmayan ama kullanımı mahzurlu kelime var mı? Var, “Kızılbaş” kelimesi.
İlk olarak Şeyh Haydar’ın (Şah İsmail’in babası) askerleri-müridleri
kızıl başlıklar takmış ve Şii Safevi Devleti’nin Türkmenlerine “Kızılbaş” denir
olmuş böylece. Kelimenin anlamında bir hakaret kastı yok ancak sonraki
yüzyıllarda yaşanan pek çok acılı hadiseden dolayı Aleviler kendilerine “Kızılbaş”
denmesinden hoşlanmıyorlar, Sünniler bir hakaret kelimesi olarak kullanmış zira.
Ben bu kelimeyi hiç kullanmam, kullanılmasına da karşı çıkarım çünkü Aleviler
istemiyor, kullanmamak için başka sebebe gerek yok. Bu kelimeyi kullanmaktan
uzak durmak duyarlılık şov filan değildir, gayet lüzumlu olması gereken bir
duyarlılıktır.
Acı gerçekse duyarlılık gerçek oluyor, gerçek bir acı yoksa
olan şey aptal bir duyarlılık şov oluyor.
Selamın
aleyküm: selam üzerine olsun
Aleyküm selam: selam senin de üzerine
olsun.
Selam: Sağ olma, sağlamda olma, barışta
olma, güvende olma.
“Salim, selamet, sağlam” gibi kelimeler “selam” kelimesiyle
aynı kökten.
“Selam” kelimesinin kökeni çok eski, Sümer filan diyorlar,
Akat diyorlar, o kadarını bilemem de Yahudilerin “şalom” dedikleri de bizzat “selam”dır.
Hatta “şalom alehem” diyorlar.
Selam kelimesini tek bir kelimeye indirgemek zor çünkü her
şey var içinde ama “belasızlık” diyebiliriz sanırım. Karşıdan biri geliyor, sen
ona “beladan uzak olasın, sağlıklı, barış içinde mis gibi olasın” diyorsun, o
da sana “sen de öyle olasın” diyor. Ne güzel… ne güzel temennilerin özetiymiş bu
“selam” kelimesi.
Muhafazakar tayfadan bazıları bu selam verme-işini öyle bir
vurgulu yapıyor ki “selaaamın aleyküm” derken Cennet’in kapısının giriş
şifresini söylüyor sanki, “açın kapıları ben geldim, ahan da parola, Cennet’e
en önden biletim var” gibisine… O vurgunun özünde “ben selamın aleyküm-aleyküm
selam diyenlerdenim” mesajı var, kendisini başka kesimlerden ayırmaya çalışan
birinin son derece şekilci vurgusudur o vurgu…
Yalnız kendisini ayırmaya çalıştığı kesimin durumu da daha
az feci değil! Adama “selamın aleyküm” diyorsun, “merhaba” diye karşılıyor!
Niye yani ne alaka? “Neden aleyküm selam demiyorsun” diye sorduğunda “ben Arap
değilim” diye aptalca bir cevap veriyor. Yahu “merhaba” hangi kökten sanıyorsun
Türkçe mi? Hayır tabi ki o da Arapçadan geliyor, bu ne bilimsizliktir!..neyse.
Merhaba: ferahlıkla.
Merhaba ve Selamın Aleyküm gayet farklı anlamlardadırlar ve
anlamlarına uygun olarak farklı şekillerde kullanılırlar.
Meclise giren kişi meclistekilere: Selamın Aleyküm
Meclistekiler: Aleyküm selam
Tokalaşılır, öpüşülür filan, herkes yerine oturur,
oturduktan sonra;
Meclisteki a kişisi, yeni gelen x kişisine: merhaba x
efendi
Yeni gelen x kişisi, a kişisine: merhaba a efendi
Meclisteki b kişisi, yeni gelen x kişisine: merhaba x bey
Yeni gelen x kişisi, b kişisine: merhaba b bey….
Diye devam eder. Meclise giren “selamın aleyküm”ü daha
girerken ayaktayken söyler ama herkes oturmadan “merhaba” denmez. Hala yoğun
olarak uygulanan kurallar-adetler bunlar, tarih kitabından okuyup yazmıyorum şuraya
pek çok kez şahit olduğumu yazıyorum.
Merhaba'nın oturduktan sonra söylenmesindeki kasıt "umarım meclisimizde rahatsındır, ferahsındır" anlamıdır, sonradan gelen de merhaba diyerek "umarım sen de ferahsındır, rahatsındır, ben geldim diye meclisinizin rahatı kaçmamıştır" demeye getirir. Yani merhaba da harika bir temennidir.
“Kavga insanla kader arasında değil artık, insanla kelime
arasında. Rüyaları o bayraklaştırıyor, yığınlar onun için yaşıyor, onun için
dövüşüyor, onun için ölüyorlar. Mukaddeslerin rengine bürünen bir bukalemun
kelime, semavi kitapların şeytanı.”
Cemil Meriç
Günaydın, iyi akşamlar, geçmiş olsun, sıhhatler olsun, güle
güle, hoşça kal vs. pek çok güzel temenni kalıbımız var, her birinin kullanım
yeri ayrıdır, her birini ötekileştirmeden, berikileştirmeden, ayırmadan adam
gibi kullanmak lazım. Selamın aleyküm demek için Müslüman olmaya da gerek yok
(Yahudiler kullanıyor zaten) bu toprakların Ermenileri, Rumları, Yahudileri
yüzyıllarca kullanmış birbirine… ki peygamberimizin doğumundan çok daha eskidir
selamın aleyküm, binlerce yıllıktır, mis gibidir.
“Ne benden sana rüku, ne senden bana kıyam,
Bundan sonra selamın aleyküm, aleyküm selam”
Diyen Fuzuli’ye de selam olsun.