"Her nesnenin bir biçimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban"
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban"
Böyle anlıyordum türkünün sözlerini (Abdürrahim Karakoç
şiiridir) ve bu iki dizeyi çok seviyordum. Aşkın hudutsuzluğu biçimsizliğinde
saklıydı yani... tarif edilemez, kelimeye hapsolmaz bir şeydi aşk ve bütün
sırrı biçimsizliğindeydi. Katı değil, sıvı değil, gaz gibi, net bir biçimden ya
da hacimden bahsedilemez, ele geçmez avuca sığmaz hatta gözle seçilemez,
kesinlikle var ama ispatı imkansız bir şeydi aşk.
Böyle derinliği olan bir hakikati bu kadar kısa-çarpıcı
anlatabildiği için hayrandım o iki dizeye.
O türkünün sözleri gerçekten böyle olsaydı o biçimsizlik
üzerine daha bir sürü şey yazabilirdim ama öyle değilmiş... her nesnenin bir biçimi
değil "bitimi" varmış.
Lan zaten "bitim"le "hudut" aynı şey
ki, aynı anlamlı iki kelimeyi alt alta iki dizede kullanmışmış meğer şair,
meğer gayet sıradan bir laf salatasıymış o iki dize, değersizmiş.
Bu noktada tecihler iki tanedir; ya doğrusunu inkar edip
"biçim"li haliyle "bilerek yanlış" bir şekilde kafanızda
saklı tutarsınız o iki dizeyi ya da hakikate biat edip sevdiğinizi
kaybettiğinizi kabul edersiniz.
İlk tercih ustalık ister, yaşama ustalığı... her kula
nasip değildir.
İkinci tercihse nasipsiz kullar içindir. Gerçeğe
içgüdüsel olarak biat eden hayat nasipsizi bedbaht kullar için.
Namazı beş vakit kılıp yaptığı işin günah olmadığından
şüphesiz zengin tefeci, kızlık zarını diktirip kocasına kendini bakire diye
yutturan mutlu gelin, fitne-fesat-iftirayla müdürünün ayağını kaydırıp yerine
geçen başarılı memur, velhasılı yalanı-riyayı öz çocuğu gibi öz bağrına
bastırabilen herkes o yaşama ustalığına sahiptir. Mutlu olmak için yaşar
bunlar, bazen de olurlar. Çayırı sarmış ayrık otu gibi her yerdedirler. Önemsiz
dünya kemirgenleridir.
İnkardan nasipsiz bedbahtların ömrü ise sevdikleri
şeyleri kaybetmekle geçer. O meşum "öyle değilmiş" yaftası en olmadık
zamanda gelip yapışır sevdiği şeyin üzerine, istenmeyen aydınlanmalar her şeyin
içine eder.
Emile Zola, Dreyfus Davası'ndaki tavrı nedeniyle hain
ilan edildi, ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Halbuki ülkesini çok seviyordu.
Sonra rüzgar değişti, gerçekler ortaya çıktı ve Zola geri döndü, bu sefer de
kahraman ilan edildi.
Zola, kendisini hain ilan edenlerden de büyüktü kahraman
ilan edenlerden de. Ölürken de kendisinden razı, vicdanıyla barışıktı.
Çok büyük adamdı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder