27 Temmuz 2020 Pazartesi

İSTEMLİ İNKAR, İSTEMSİZ BİAT


"Her nesnenin bir biçimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban"

Böyle anlıyordum türkünün sözlerini (Abdürrahim Karakoç şiiridir) ve bu iki dizeyi çok seviyordum. Aşkın hudutsuzluğu biçimsizliğinde saklıydı yani... tarif edilemez, kelimeye hapsolmaz bir şeydi aşk ve bütün sırrı biçimsizliğindeydi. Katı değil, sıvı değil, gaz gibi, net bir biçimden ya da hacimden bahsedilemez, ele geçmez avuca sığmaz hatta gözle seçilemez, kesinlikle var ama ispatı imkansız bir şeydi aşk.
Böyle derinliği olan bir hakikati bu kadar kısa-çarpıcı anlatabildiği için hayrandım o iki dizeye.
O türkünün sözleri gerçekten böyle olsaydı o biçimsizlik üzerine daha bir sürü şey yazabilirdim ama öyle değilmiş... her nesnenin bir biçimi değil "bitimi" varmış.
Lan zaten "bitim"le "hudut" aynı şey ki, aynı anlamlı iki kelimeyi alt alta iki dizede kullanmışmış meğer şair, meğer gayet sıradan bir laf salatasıymış o iki dize, değersizmiş.

Bu noktada tecihler iki tanedir; ya doğrusunu inkar edip "biçim"li haliyle "bilerek yanlış" bir şekilde kafanızda saklı tutarsınız o iki dizeyi ya da hakikate biat edip sevdiğinizi kaybettiğinizi kabul edersiniz.
İlk tercih ustalık ister, yaşama ustalığı... her kula nasip değildir.
İkinci tercihse nasipsiz kullar içindir. Gerçeğe içgüdüsel olarak biat eden hayat nasipsizi bedbaht kullar için.

Namazı beş vakit kılıp yaptığı işin günah olmadığından şüphesiz zengin tefeci, kızlık zarını diktirip kocasına kendini bakire diye yutturan mutlu gelin, fitne-fesat-iftirayla müdürünün ayağını kaydırıp yerine geçen başarılı memur, velhasılı yalanı-riyayı öz çocuğu gibi öz bağrına bastırabilen herkes o yaşama ustalığına sahiptir. Mutlu olmak için yaşar bunlar, bazen de olurlar. Çayırı sarmış ayrık otu gibi her yerdedirler. Önemsiz dünya kemirgenleridir.
İnkardan nasipsiz bedbahtların ömrü ise sevdikleri şeyleri kaybetmekle geçer. O meşum "öyle değilmiş" yaftası en olmadık zamanda gelip yapışır sevdiği şeyin üzerine, istenmeyen aydınlanmalar her şeyin içine eder.

Emile Zola, Dreyfus Davası'ndaki tavrı nedeniyle hain ilan edildi, ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Halbuki ülkesini çok seviyordu. Sonra rüzgar değişti, gerçekler ortaya çıktı ve Zola geri döndü, bu sefer de kahraman ilan edildi.
Zola, kendisini hain ilan edenlerden de büyüktü kahraman ilan edenlerden de. Ölürken de kendisinden razı, vicdanıyla barışıktı.
Çok büyük adamdı!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...