İcaz, az sözle çok şey anlatmak… demek. Şu dünyada pek de
nasibim olmayan bir şeydir şu, benim konuşmalarım sadece başlayan cinsten
oluyor genelde, bitmiyor.
Eski zaman, tenis dersi almıştım birkaç saat (çok
severim), o derslerden aklımda kalan hocanın drop shot ile ilgili
söyledikleridir: şimdi size drop shot’ı öğreteceğim. Drop shot yapmayı
öğrendikten sonra da yapmamayı öğreneceksiniz.
Drop shot, topa yavaş vurup filenin hemen dibine
düşürmeyi amaçlayan tenis vuruşu, şu videoda örnekleri mevcut:
https://www.youtube.com/watch?v=-2Xs2eYiaOo
https://www.youtube.com/watch?v=-2Xs2eYiaOo
Lan bu nasıl bir şey ki önce yapmayı sonra tersini
öğreniyorsun? Olan şey şu ki; bunu öğrendikten sonra hep bunu yapasın geliyor ama
bu çok da iyi bir fikir değil çünkü rakip senin drop shot’ına yetişir de
vurursa muhtemelen yakalayamazsın, riskli bir vuruş yani. Öyle normal çat çut güzel
güzel oynayacaksın, sadece punduna düşürdüğünde yapacaksın drop shot’ı.
(Pund: elverişli durum)
Yine eski zaman, Bağdat Caddesi’nde yol sormuştum bi
taksiciye, kaldırdı kafasını eliyle bişiler saydı, ben “napıyo ki acaba lan”
diye bakınırken indirdi kafayı, dedi ki: 7. ışıktan sağa dön.
Ben de dedim ki: tamam :)
Budur yani, şu tarifin öpülecek bir yeri olsa öper
miydim? Kesin :)
Eskilerin efradını cami ağyarını mani dedikleri şeyin
vücut bulmuş halidir şu, bu ne güzellik taksici? Bana da öğretsene.
Benim olayım bu değil, dünyaya anlamak ve konuşmak için
gönderildiğimi düşünüyorum, drop shot’la kazandığım sayıdan fazlasını drop shot'la kaybetmek
en öz marifetimdir.
Drop shot’ı konuşmaya benzetiyorum işte ben, onun içindi
o tenisli paragraf. Yani neticede faydalı bir şey, yavaşçacık vuruyorsun, rakip
yetişemiyor, masrafsız mis gibi sayı…ama ya yetişirse?
Konuşarak elde ettiklerinin fazlasını konuşarak geri
vermek… dünyaya çok ait bir şey şu dediğim, çok olması gereken türden bir
kader.
Neden olması gereken?
Çünkü insan dünyaya dinlemek ve konuşmak için geldi.
Anlamak ve anlatmak, bu yüzden buradayız.
İnsana yakışan huzur veren bir su kenarı yaşaması değildir çünkü huzur şu dünyada bulunması gereken değil bilakis uzak durulması
gerekendir.
İnsana en yakışan da ölmeden önce Nietzsche gibi
çıldırmaktır.
Değil mi ki öğrenmeye geldik, huzur bize ne gerek?
Biz zaten dünyanın en huzurlu yerini (ana rahmi) terk
ederek gelmedik mi buraya, doğmadık mı, kazanmanın bize huzur veren bir hal
alması varlığımıza ihanetten başka nedir ki?
Tabi ki kazanmaya itirazım olamaz ancak varlık sebebine
aykırı kazanmalara yakınsan… emin ol ki çok yanlış bir yaşama içindesin.
Ben veririm, geri veririm, konuşarak veririm çünkü öyle
olması gerekiyor. Ben hep konuştuğum için cezalandırıldım. Kaybettimse, yalana
maruz kaldımsa, öz paramdan olduysam, en düşük satışı ben yaptımsa, en yüksek
faizi ben ödedimse, yedeklendimse, ötekilendimse, öpüldümse, kırıldımsa, döküldümse
öpülmedimse, ıslak kedi gibi kaldımsa… hep konuşarak oldu bunlar, sükut-u hayalle övür olmamın tarihçesi
konuşmalarla doludur, punduna getirmeden yapılmış drop shotlar tarihi :)
Olan şey kaybetmek gibi görünse de aslında olan
kazanmaman gerekeni kazanmamaktır. Kaybetmeyi kazanmamak…gibi bişi işte.
Drop shot gümüşse forehand altın :)
Bi de şu soygazlar meselesi var.
Periyodaki cetvelin en sağındaki 6 adet soylu gaz bunlar
(helyum, neon, argon, kripton, ksenon, radon), ötekiler soysuz sanki :p
Bu 6 gaz yörüngelerinde ne fazla ne de eksik... yani ideal
sayıda elektron barındırdıkları için ideal gazlar da deniyor bunlara. Mükemmel
gazlar da denir. Neymiş mükemmellikleri?
Elektron sayıları ideal olduğu için ne dışarıdan elektron
almaya ne de dışarıya elektron vermeye razıdır bunlar, ne Şam’ın şekeri ne de
Arap’ın yüzü hesabı, gayet kibirli gayet yavşak gazlardır. Bildiğin yobazlıktır
yani soygazlarınki, çok gıcık olurum bunlara ben.
Periyodik Cetvel’de sağdan ikinci grup vardır bir de,
halojenler (flor, klor, iyot, brom,astatin), bunlar tek bir tanecik elektron
almayı başarırlarsa tamam oluyorlar, soygaza benziyorlar, o sebepten elektron
almaya aşırı heveslidirler. O tek elektronu almayı başarırlarsa da asla geri
vermezler, malına çok düşkün pinti gibidirler.
Pinti dedim ama hoş olmadı aslında, aşkı en çok bilen
elementler bunlardır çünkü.
Arar arar da bulur o tek elektronu, sonra da ne kimseye
verir ne de başka elektrona bakar bunlar, Leylasını bulmuş elementlerdir işte, çok mis gibidirler. Maşallah.
O bana yol tarif eden taksiciye de benzetiyorum ben
Halojenler’i, öz, kısa ve netler çünkü, 6. ışıktan değil, 8. ışıktan değil,
7.den döneceksin sağa. İnsana huzur veren bir netlikleri var ve tarifleri
kısacık.
(1840’larda Çin’in Batı'nın baskısı karşısında soygaz gibi davranmaya kalkıp perişan olmasıyla Japonya’nın aynı baskıyı Halojen gibi karşılayıp emperyal güce dönüşmesi de güzel örnek aslında ama mevzuyu örneğe de boğmamak gerek)
(1840’larda Çin’in Batı'nın baskısı karşısında soygaz gibi davranmaya kalkıp perişan olmasıyla Japonya’nın aynı baskıyı Halojen gibi karşılayıp emperyal güce dönüşmesi de güzel örnek aslında ama mevzuyu örneğe de boğmamak gerek)
Madem Periyodik Cetvel işine bu kadar girdik, geçiş
elementlerinden bahsetmeden olmaz. Dengesizdir bunlar, elektron
almaları-vermeleri pazarlık usulüdür, kafasına göre 3 alır, 2 alır, 5 verir,
sorsan her yaptığının bir açıklaması vardır ama bunlar neyin nesidir anlaması
zordur.
Atomların davranış eğilimlerini belirleyen temel düstur
minimum enerji, maksimum düzensizliktir. Hareketsiz bir huzur ararlar.
İnsan da böyledir.
Başka dünyaları bilemem ama bu dünyadayken insan soygaza
dönüşmeye çalışan halojen gibi hisseder... ama aslında insan… geçiş elementidir.
Dengesizdir insan.
Bu dünyaya dengeli olmaya gelmedik.
Biz bu dünyanın ihtiyaç sahipleriyiz.
Not: aralara serpiştiremedim ama yazarken şu dörtlük ve
beyit aklıma sorti yapıp durdu, not olarak ekleyeyim bari.
Derd-i firakınla düşeli sevdaya, meye,
Müptelayım, deliyim, sinmişim esrar-ı neye,
Feleğin kahpe başında paralansın parası,
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye.
NEYZEN TEVFİK
Tek başıma olsam şaha gedaya kul olmam,
Viran olası hanede evlad ü ıyal var.
DERTLİ
Yani;
Yani;
Ayrılık derdiyle sevdaya düşeli ve alkole vuralı beri müptelayım, neyin gizemine sığınmışım. Feleğin parasından bana ne, güzel sevmeye geldi ben. (Güzeli sevmeye mi güzelce sevmeye mi, orası karışık)
Tek başıma olsam ne şaha ne de dilenciye kul olurum ama... yıkılası evimde kadınım ve çocuklarım var.
Müdana eder halim istemeyerektir, mecburiyetlerim elimi kolumu bağladığı için yeterince kendim olamıyorum...diyor. Çok meşhur bir beyittir bu, meşhurluğu da boşuna değildir yani, muhteşemdir.
Edebi lezzetin, nüktenin, ince zekanın, zarif kelime seçimi ve akıcılığın tam kıvamında olduğu şahane bir yazı daha! Teşekkürler:)
YanıtlaSilKısa bir not: Sondaki şiirlere oradan alıp, başka bir yazıda mı zevke gelsek?:)
Not kısmının olmaması gerekliydi belki de ama gereksiz drop shot yapmadan kapatamazdım yazıyı, şiirleri bu kapsamda düşün😊
SilPek çok teşekkür ederim güzel sözler için, mutlu oldum😊🙏