Bir kaza oldu.
Kaza eseri Özdemir Asaf'ın Lavinia'sının gerçek
fotoğrafını gördüm.
Eski zaman, lise filan, Arkadaşım Şeytan'ı izliyorum, Ali
Poyrazoğlu okur o filmde bu şiiri, çok da güzel okur. Hiç duymamışım, film devam etti ama ben şiirde takılı
kaldım, o neydi öyle ya! Şairin adını da söylemedi vicdansız!
Ertesi gün Sahaflar Çarşısı günüydü zaten, gittim
antoloji karıştırmaya başladım. Şimdiki gibi Google'a yazmak yok o zamanlar
çünkü Google yok, internet bile yok, hiç yok! Kitap karıştırmak zorundasınız.
Gariban öğrencilik günleri işte, kitaplığımda Çağdaş Türk
Şiiri Antolojisi henüz mevcut değil. Sadece garibanlıktan değil, hayli şiir kitabım
vardı ama hepsi Divan Edebiyatı, Yahya Kemal'den sonrasına prensip olarak
"gıcık" oluyorum, gençliğin verdiği ölçüsüz haşinlikle vezinsiz
şiirlerin alayına birden karşıyım, okumuyorum hiç, Lavinia gibi ünlü bir şiiri
bilmemem de bundan zaten.
Ama yani bu Lavinia da bir tuhaftı, bir içim suydu, farklıydı.
Sonradan Özdemir Asaf'ın da diğerlerinden oldukça farklı olduğunu öğrenecektim.
Hasılı uzun bir araştırmadan sonra buldum, kitabı satın
almadım ama tezgah başında şiiri ezberime alıverdim, kısacık zaten.
Bendeki vezinsiz şiire karşı önyargıların yıkılmasına vesile
olan şiirlerden olan bu şiirin yazılmasına vesile olan kadının gerçek
fotoğrafını gördüm işte bu akşam bir Instagram story'sinde... bir kazaydı
çünkü kafamdaki Lavinia'ya hiç mi hiç benzemiyordu fotoğraftaki kadın, tam bir
hayal kırıklığı.
Gerçekler böyledir işte, hayallerinize ateş eder, tuz buz
eder, dağıtır.
Gerçek olmayanlar daha güzel...
Erdal Kınacı'nın fotoğrafı, ilk görüşte vurulduğum sayılı
fotoğraflardandır, uzun uzun bakmışlığım çoktur.
Gerçek böyle değil elbette ama görür görmez
"aha" dedim, "işte Suna Su"
Bir serçe gibi üşüyen Suna Su'nun "düşünür"ken
çekilmiş fotoğrafı işte bu, ellerine de eylül bulaşmış!
Suna Su'nun gerçek fotoğrafını da gördüm ama asıl gerçek
fotoğrafı buydu bana göre.
Aksini iddia eden kazanır evet ama benim için bu
böyledir, kime ne?
Suna Su'dan daha yakın zamanda bahsettim blogda, blodaki
ilk yazılardan biri de (baktım şimdi, 10. yazıymış) "Suna Su" isimli
şiire yaptığım "cüretkar" analizdi.
Söz konusu olan şiirse öyle otopsi gibi analizlerden uzak
durmak gerek, güzelliği düşünceyle kirletmemek gerek ama... yapmışım işte
zamanında bir densizlik.
Bu şiir beynimdeki bir dolapta tek başına durur, yanına
başka hiçbir şey koymam, kendine ait özel bir köşesi var, öyle bir benzersizlik
hali, öyle bir tuhaf sevme durumu...
Aslında gerçek olmayanların gerçeklerden nasıl da daha
güzel olduğundan dem vuracaktım ama Suna Su güzellemesine bağlandı
final...olsun, ne kadar güzellesem az.
Ekleyeyim bari:
SUNA SU
eylül'ün cesedi çamurda
yatıyordu
gülhane parkı'nda bıçaklamışlar
cesedin ağzından kan akıyordu
kıpkızıl sakalları uzamıştı
suna su karanlıktan korkuyordu
sıçramış uykusundan uyanmıştı
kalbini sımsıkı elinde tutuyordu
eylül'ün gözleri camlardan bakıyordu
kirpikleri yoktu dökülmüştü
suna su kalbinden korkuyordu
gülhane parkı'nda bıçaklamışlar
cesedin ağzından kan akıyordu
kıpkızıl sakalları uzamıştı
suna su karanlıktan korkuyordu
sıçramış uykusundan uyanmıştı
kalbini sımsıkı elinde tutuyordu
eylül'ün gözleri camlardan bakıyordu
kirpikleri yoktu dökülmüştü
suna su kalbinden korkuyordu
her sene bir eylül bıçaklanır
ufuktan martılar dökülüşür
sonbahar istanbul'dan utanır
kanlı ellerini saklar utanır
elleri bir serçe gibi üşür
ben hayallerimden utanırım
suna su parça parça uyanır
bulutlar parça parça düşünür
her dakika bir roman yasanır
her dakika bir yola düşülür
öpüşülür öpüşülür öpüşülür
ufuktan martılar döküşülür
denizin gözü kanlanmıştır
içimdeki volkan uyanmiştır
istanbul külrengi yıkanmıştır
ben yalnızlığımı giyinirim
suna su hayallerini giyinir
ellerine eylül bulaşır
kalbini bir yerlere koyamaz
düşünür düşünür düşünür
Attila İlhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder