21 Ağustos 2017 Pazartesi

VARLIĞA GEBE, LÜZUMSUZLUKTAN AZADE

Aradığımı artık önemsemediğimi fark ettikten sonra nasıl bıraktıysam fotoğraf çekmeyi, şu bloga bir şeyler karalamayı bırakacağım bir gün de olacak biliyorum.
En iyisi rüzgar sörfü yalnız, çünkü bir sen varsın bir deniz bir de rüzgar.
Aklın uyumamaklığı da mis kokulu bir döşek ihtiyacından değildir, fıtratı uykusuz.

Var olmaktan tek anladığı öteki egoları dürtmek-itmek olan bünyeler hayra yormaz şu yazdıklarımı biliyorum.
Ama çok şükür ki bunlardan incelikli hayırlar süzebilecek zarif ruhlar da var… ve pek çok güzellik anlamakla başlar.
Öyle üstünkörü bir anlamak değil yalnız, içine düşmeli anlama.

Zamandan ince
Yokluktan önce

Varlığa gaye

İğneden ince 
Akıldan ziyade 

Zamanın gece gibi akması, inceden de ince

Yokluğa gebe
Varlıktan azade

8 Ağustos 2017 Salı

HEMAT


To Live Is To Die...yaşamak ölmek içindir.
Yıllardır dinlemekten vazgeçemediğim, kaç kez dinlediğim konusunda fikrim dahi olmayan sarsıcı Metallica parçası. Grubun merhum  üyesi Burton tarafından bestelenmeye başlanmış ancak ölünce diğer üyeler tarafından tamamlanmış inanılmaz parça.
Parçanın başı ve sonu aynı, başladığı gibi bitiyor yani.
Parçayı dinleyişim yıllardır ama başta ve sondaki (0:00 - 1:01 arası ve 9:08 - 10:02 arası) yumuşak-lirik kısmın anlamını kendimce fark etmem-çözmem yeni..."kendimce"  diyorum çünkü bu fikrimin doğruluğunu onaylayan herhangi bir kayıt yok, varsa da ben bilmiyorum.
Baştaki yumuşak-lirik kısım ana rahmini, sondaki ise mezarı simgeliyor sanırım... fikrim budur.
Bu yumuşak kısımda çok belirgin bir huzur var. Ölümü henüz tecrübe etmedik fakat insan denen canlının en huzurlu olduğu yerin ana rahmi olduğu kesin, Freud'un kafayı oraya o kadar takması boşuna değil.
Bu hesapla ölümün de ana rahmi kadar huzur ihtiva ettiği... parçanın ana fikri oluyor.

Huzurdan sonrası ise sert ve kaotik, yani hayat.
Yalnız 4:57 - 6:20 arası ne anlatıyor bilmiyorum ama...çook fena, çok ince şeylerden bahsettiği muhakkak! İnsanın ruhunu büker oralar, hele o baterinin tek tek girişi, offf!..

Şu dediklerim parçanın adıyla da gayet bağdaşıyor, olan şey bir tam olarak nedir, büyük resim nasıldır? Meraklısı düşünsün, müzikli fasıl bu kadar.

İnsan hayatındaki ilk ve en büyük travmalardan biri doğumun kendisidir. Gayet korunaklı bir yerden kaotik-sert dünyaya çıkıyoruz, kolay değil tabi.İlk yaptığımız iş de ağlamaktır.
Doğan bebeğin ağlama sebebi oksijen görmemiş ciğerlerinin bu yakıcı gazla tanışmasıymış, ciğerleri bildiğin yanar yavrunun, o da ağlar haliyle. Ağladıkça da ciğerlerine daha çok oksijen dolar. Bu ağlama o kadar hayatidir ki bebek ağlamazsa poposuna şaplak atar ağlatırlar.
Ciğeri yandıkça ağlar, ağladıkça ciğeri daha çok yanar. Hayata hoş geldin, hayatın çalışma prensibi tam olarak budur.

Oksijen malum hayattır, olmazsa olmaz. Yani hayatın içimize dolması acı vericidir ve...kaçınılmazdır!
"Yaşa" emriyle doğarız. İnsan, psikolojik ve fiziksel hayatta kalma mekanizmaları ile donatılmış olarak doğar. (Refleksler, inkar, korku vs) İki temel itkisi vardır: hayatta kalmak ve üremek.
Üremek de hayatın devamına dair mecazi bir eylem olduğu için bu iki itkiyi "hayatın devam etmesi" şeklinde tek bir itki gibi düşünmek mümkün.

Bu dünyadaki her şeyin patronu hayattır, her şeye o emir verir. Ölümü hayatın zıttı gibi düşünmek doğru değil çünkü ölüm de hayatın emrindedir. Hayat, kendini devam ettirmek için ölümü kullanır, ölüm olmasaydı hayat olamazdı. Bu sebepten aldığımız ilk emir "yaşa"dır, ölene kadar en öncelikli kaygımız da bu emre uymak olur.
Hayat bir tercih gibi sunmaz kendini, dayatır. Yaşamak sadece hak değil görevdir.

Ana rahmini Cennet'e benzetmek mümkün. Doğmayı da Cennet'ten kovulmaya. İstemeyerek doğarız aslında.

Meyve-i memnudan tatmak günahından beri,
Karban-ı aşk bitmez bir beyabandan geçer.
Yahya Kemal
(Yasak meyveden (elma) tatmak günahından beri, aşk kervanı bitmez bir çölden geçer)

Aşkın hasretten başka bir şey olmadığından, sılasını özleyen gurbetçinin içine düştüğü hasret duygusu gibi aşkın içine düştüğümüzden  blogdaki başka yazılarda da bahsetmiştim. Zaten kocaman bir konuyu tırtıklayarak, yazılara bölerek, çok zaman da tekrara düşerek anlatıyorum, o birbiriyle alakalı yazıları belki birgün bir araya toplar kocaman bir yazı yazarım.
Ezcümle...Cennet'ten kovulan insanın hasretin-aşkın içine düşmesi gibi doğarak hasretin-aşkın içine düşer bebek. İnsanın en temel duygusu hasrettir, özlemektir, sılayı özler insan, ana rahmini özler, Cennet'i özler.

Şu doğar doğmaz ağlayan bebeğin neden ağladığını şu şekilde açıklamak da mümkün:
Gayet korunaklı, güven dolu, huzur dolu bir ortamdan gayet sert bir ortama düşmenin verdiği acı. Hayat (oksijen) acıtır.

4 Temmuz'da yazdığım yazıda (Nasipli gedalarla nasipsiz haşerat meselesi) bu dünyadaki asıl nasibimizin acı olduğunu, bu dünyanın acı çekme yeri olduğunu yazmıştım. Şimdiye dek yazdıklarım o yazının devamı gibi de düşünülebilir. (Toparlamak lazım bu yazıları)

Yaşamak isteyen taraflarımız olduğu gibi ölmek isteyen taraflarımız da var...demiştim bir başka yazıda da.
Ölmek isteyen tarafımız aşklı tarafımızdır (ruh), yaşamak isteyen tarafımızsa nefsimizdir.

Ruh ölmeyi arzular çünkü koptuğu bütüne tekrar kavuşmasının (vuslat) tek yolu bedeni kalıcı olarak terk etmektir, ölmektir, hayat aktifken ruh bedende hapistir. Ruh, içine düştüğü hasretin-aşkın ızdırabıyla sızlayan tarafımızdır, hüznümüz ruhtandır.
Nefs ise "yaşa" emrini alan-uygulayan tarafımızdır.

Aşık olduğumuzda dopamin pik yapar, noradrenalin pik yapar, serotoninse dip yapar.
Dopamin pik yaptığı için enerjik oluruz, yerimizde duramayız. Neşeli bir enerjidir bu, ne güzel.
Noradrenalinin pik yapması da takıntılı şekilde maşuğu düşünmeye sebeptir.
Serotoninin dip yapması ise depresyondayken başımıza gelendir, isteksiz ve hüzünlü yapar bizi.
Bu ne tuhaf bir hormon karışımıdır böyle di mi? Aşıksak hem enerjik hem de depresifiz! Tuhaf değil aslında.
Aşık olduğumuzda tek istediğimiz vuslattır ve vuslat aşkı öldürür. Yani aşık kişi içine düştüğü aşktan kurtulmak için kavuşmak ister. Aşkı istemeyiz ama düşeriz, sonra da kavuşarak o aşkı öldürmeye çalışırız. (Bunları da yazmıştım galiba)
Aşkı öldürmeye çalışan tarafımız hayatlı tarafımız (nefs), aşka maruz kalan tarafımızsa ölümü arzulayan (ruh) tarafımızdır.
Bu iki kutup arasında kalmak da...çok yıpratıcıdır, aşk yıpratır!

Hz. Adem neden kovuldu Cennet'ten, elma haram değildi ki? Kovuldu çünkü takdir-tercih hakkını kullandı, hür iradesini kullandı...ki irade ilahi bir şeydir, kendisini yaratanın kendisine verdiği cüzi iradeyi kullandı Adem.
Bu iradeyi kullanmanın yeri Cennet olmadığı için, dünya olduğu için...dünyaya yollandı. Kovulmadı aslında, yollandı.
İnsan sahip olduğu cüzi irade nispetinde "tanrı"dır, ilah değildir elbette (la ilahe illallah) ancak iradesi İlah'tandır. (İlah, kural koyucu demektir, gerçek irade sahibinin işidir kuralları belirlemek, mesela fizik kuralları)
Kafası karışır işte insanın bu sebepten, nefsi ona tanrı olduğunu fısıldar çünkü. Sahip olduğu cüzi iradeyi külli irade sanacak kadar da...ahmaktır, kördür. (Viva La Muerte yazısında uzunca bahsetmiştim tanrı sanrısından)
Her şeyi kontrol etme isteğimizin, hakim olma, baskın olma isteğimizin kökü buradandır, nefstendir. "Yaşa" emrini büyük bir iştiyakla uygulayan nefs, öleceğini unutarak yaşar.

Eyes Wide Shut filminin konusu tamamen budur...bu başyapıtın masonları anlattığı falan sanılır, evet masonlar yahut o tarz gizli örgütler dünyaya hakim olmak noktasında oldukça güçlüdürler  ancak filmin en çarpıcı yeri aslında Aids'ten kıl payı yırttığını anladığı andır. Oradaki müdahale doğrudan ilahidir (külli irade) çünkü.
Muazzam özgüvenli, yakışıklı, itibar gören sosyete doktorumuzun gücünden şüphe etmesi karısının bir başka erkeği arzulayabilme ihtimalinin sıfır olmadığını öğrenmesi ile başlar... ve filmin sonunda bir böcek kadar aciz olduğunu idrak eder o havalı doktor! Bu duvara çarpmış kafanın allak bullak olması doğaldır ve "bunları bilerek yaşamaya nasıl devam edeceğiz, bundan sonra ne yapacağız" diye sorar karısına ve karısı şu aşırı zekice cevabı yapıştırır: seks.
Bu cevabın iki anlamı var, haz ve hayat.
Seks yapacağız çünkü seks hazlı bir şeydir ve "şimdiye dek yaptığımız gibi hazzın peşinden koşmaya devam edeceğiz" demektedir.
Seks üremektir aynı zamanda, hayatın devamıdır..."bu hayatı yaşamakla kalmayacağız, devam etmesi için bir de çocuk yapacağız" der yani.
Kubrick'in o filmin montajından hemen önceki şüpheli ölümü de...harbiden şüphelidir yani! Tane tane ve defalarca izlenesi bir başyapıttır, Kubrick'in enfes son dakika golüdür.

Kadının "haz peşinde koşacağız ve hayata itaat edeceğiz" demesindeki saklı anlam "anlamdan uzak yaşamayı dert etmemeye devam edeceğiz"dir. Haz, nefsin peşinde olduğudur ve söyledikleri de sadece nefse dairdir, ruhu yok sayan bir cevaptır verdiği.

Halbuki...bu dünyadaki her şey, haz ve anlamdan ibarettir-mürekkeptir. Hazda anlam arar, anlam arayışından hazlar türetiriz.  Anlam kendisine bu dünyada tam olarak ulaşabileceğimiz bir şey olmasa da ucuna dokunabildiğimiz, fikir edinebildiğimiz bir şeydir.

"Anlam"a uzak, hazza yakın durdukça daha neşeli (mutlu) oluruz, 
ruhu yok sayıp nefse abandıkça daha neşeli (mutlu) oluruz ama...
o mutluluk sandığımız, dünyadan nasipsizliğimizin ifadesinden başka bir şey değildir.


Not: Bu aslında yekpare bir yazı değil...bir not sadece, birgün mevzuları birleştirirsem bu yazının etrafında birleştireyim...diye yazılmış bir not.


Sonradan not : Uyarıldım, parçanın girişiyle finali aynı değilmiş!
Gitar aynı, melodi aynı ama girişte bateri varken finalde yomuş. 20 sene dinlemişim şunu, bu ayrıntıyı fark etmemişim, hayret! Dinlerken kendimde olmadığım için fark etmemiş olabilirim, fazla kaptırmak körlük yapar malum.
Peki benim teoriye göre bateri ayrıntısı ne manaya geliyor olabilir?
Girişteki (doğum) bateri sesi çocuğun anne karnında duyduğu, anlamlandıramadığı dış sesler olabilir. Neticede kendi görmese de mekan olarak dünyadadır çocuk, çarpmalı sesler bunun ifadesi olabilir.
Finaldeki (ölüm) baterisiz huzur ise gerçek huzurun ifadesi olabilir. Çarpma yok, alabildiğine dinginlik.
Girişi ilkbahar, finali sonbahar gibi de düşünmek mümkün. İlkbahar göç hazırlığının, var olma hazırlığının telaşı ile yüklüyken sonbaharda nihai huzura erişilmiş…gibi.

Sonradan not 2: Şöyle bir yorum geldi:
Çalışmanın 4:25 saniyesinden sonraki slow bölüm çocuk edinme olabilir mi?  Kısa bir süre için bebekle huzuru yakalamak.  Ama bir süre sonra yine hayat ve daha şiddetli korkular...çünkü çocuk edinmenin sarhoşluğunu atınca daha korkulu bir yaşam var.

Katılmıyorum. 4:25 – 6:20 arası birine aşık olmaktır bence. Önce bir sessizlik olmuş, dünya bi durmuş, sonra dünyanın en güzel şeyi olduğu düşünülen kişiyle karşılaşılmış.
O kişi “yeni dünya nirengisi” olarak tarif edilmiş, kabul edilmiş,  geri kalan her şey de o nirengiye göre yeniden ayarlanmış. Sonra da acı…acının da sonu var tabi, bitmiş. Standart kırık aşk hikayesi yani.

Ama çok iddialı değilim yani şu yorum için, bir anlamı varsa budur bence…yorumu sadece.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...