Ayaklarım yağmurdan önce de ıslaktı ama yağmur yine de yağıyordu ve ıslak yerlere basmaya da bu yüzden çekinmiyordum. Dedim ya, ayaklarım zaten ıslaktı.
Aynada içimi görmeye çalıştım, olmadı. Renk vermeyen yüz ifademden ne düşündüğümü anlayamadım. Yakınlaşıp yüzüme yakından baktım, amacım sadece aynaya boşuna bakmamış olmaktı.
Bir keresinde montumun iç cebinde kaybetmiştim kendimi, o zaman da böyleydi.
Yatağım ve yorganım, birbirine takım. Her gece benim için bir araya gelmiş bu takıma bir efendi edasıyla kuruluyorum ve kim bilir ne tuhaf rüyalar görüyorum. Sabahsa hatırlamıyorum. Uyudukça yorulan tuhaf bir efendi…
Kaybolmaktan korktukça daha da çok kayboluyor insan ama asıl korkuncu kaybolamamak. Doğrudan kaybolmaya programlanmış olarak yer yüzeyine fırlatılan insan, kaybolamadıkça huzursuzluğunu da arttırıyor, anlam vermelerse hep sonradan.
Bütün simitçilerin sesinde şefkat olduğunu zannetmemiz de üzerlerine fırından yeni çıkmış simit kokusu sinmesindendir.
Bir çocuk diyorum…bir çocuk çok kolay özler ve özledimi hakikaten özler, özlemeleri hiç de lüzumsuz değildir üstelik. Ayrıca bir çocuk ne yaparsa çok bilinçli yapar, en yapılması gereken ne ise çocuğun yaptığı tam da odur. Büyüyünce de eski güzel ramazan eğlencelerini anlatanlar gibi anlatır bu bilinçli güzel günleri…halbuki eski ramazan eğlencelerini dinlemek ne kadar da sıkıcıdır…
“Yeni sildim daha, basma sakın!” cümlesini duymak da öyle sıkıcıdır ama nasıl da güzel bir gerekliliği var bu cümlenin…duymayınca özlüyor insan… böyle şeyler söyleyen birini.
Sahip olduğum en son top hangi arabanın altına kaçmış ya da kim bilir nerde kaybetmişim ben nerden bileyim tabi ki ama… bir sıcak tarhana güzelliği var bu gün güneşte, iyi davranacak bana, biliyorum.
Gelen araba yoksa yolu karşıya geç çocuk. “Sakın yola çıkma” demelerine aldırma, yola çık hem de karşıya geç, korkma. Korkma çünkü zannettiğin gibi kötü bir şey olmayacak, olacağını söyledikleri hiçbir kötü şey olmayacak, göreceksin…yeter ki gelmekte olan bir araba olmasın…