27 Aralık 2010 Pazartesi

Bİ SİTTİR GİT

Sana diyorum 2010 ! Ne lüzumsuz bir yıldın sen, düş artık yakamdan, cehennem ol!

Biliyorum ki geçen sadece zamandır bazen ..Giden zamanın, yanında bazı şeyleri de götürmesi, belirginleri belirsiz kılması çok anlatılan bir şeydir, burdan başlayıp bi dünya laf eder durur insanlar. Ama bazen geçen sadece zaman oluyor işte, geçiyor ama geçirmiyor. Akan suyun derinlerdeki kumları yerinden oynatamaması gibi.

Başıma gelenleri yaşıyor, başıma gelecekleri bekliyorum. Çekiştirmekten, çekiştirmenin faydasızlığını gördükçe daha da çok yoruluyor insan, kendi haline bırakasım oluyor ama o da olamıyor..Kendi haline bıraksam, kendimi bıraksam, kendimi kendi halime bıraksam, kendimi rahat bıraksam...Güzel olur herhalde ne bileyim...

2010 orta yerinden bıçaklanmış ihtimallerle dolu bir yıldı. İhmal edilmiş ihtimaller çöpe, ihmal edilmemiş ihtimallerse bıçaklanmak suretiyle mezara gitti. Gitme sırası şimdi 2010'da.

Geçenleri gelecek olanlardan "yıl" adlı etiketle ayırmak züğürt tesellisinden başka bir şey değil biliyorum. Biliyorum ki uzun bir ipi eşit ve hayali noktalarla parçalara bölmek o ipin öz niteliğinde herhangi bir değişiklik yaratmaz, biliyorum ki aslolan o ipin sürekliliğidir, biliyorum ki o ipi parçalara bölen gerçek noktalar hayal kırıklıklarıdır, asıl ayırıcı noktalar camdan hayallerin tuz buz olmak  üzere yere düştükleri noktalardır ve hayatımız hayal kırıklıkları arasındaki yaşanmışlıklardan ibarettir. Bilmediklerimse çok daha fazla elbette ama  ağlamasını biliyorum çok şükür.

Yılın numarası değişiyor ey hayat, başka emrin var mı?

Bu arada fikir değiştirdim ben, dil-i mecruh çıkmasın çıkan peykan olsun...lütfen.

24 Aralık 2010 Cuma

Don't Worry, I'm Fine






Bu gün seyrettim bu filmi. Breaking the waves ile birlikte son zamanlarda seyrettiğim beni en çok etkileyen film…
Film “bana hakikati değil muradını ver,çünkü her yalan bir yaratış” sözünü muhteşem anlatıyor. Varsın öyle olmayıversin, ama biz öyle bilelim, ne ki…”Bir de benden nefret etsin ama üzülmesin” var. Zor işler…
Anlatılanın yukarıda yazdığım söz  olduğunu finalde anlıyoruz. Zerafet iliklerine kadar işlemiş filmin, yüzünü ıslatmadan ağlayabilenlerin filmi, son derece asil bir hüznü var, asla ağlak değil  ve sebebi belirsiz bi ağlama isteğiyle birlikte izliyorsunuz filmi.
Bu da şarkısı. Hem filmle çok uyumlu hem de çok güzel. Sözleri ayrı bir bahis konusu, ayrı güzel. “Seni melek yapanın kanatlar olmadığını anlarsın.”
Ve filme asıl katkıyı yapan faktör başroldeki kız, lili. Melanie Lurent oynuyor. Çok özel bi kız. Nemliymiş gibi görünen her an ağlamaya hazır gözleriyle anlattıkları inanılmaz. O olmasaydı olmazdı sanırım…
“Neden merak ederiz?” sorusunu bu filmi seyrettikten sonra tekrar düşünmek lazım. Doğrunun peşindeyiz de neden öyleyiz? Öğrendikçe çoğalacak mıyız yoksa azalacak mıyız? Peki hangisi bizi daha mutlı kılar hangisi bizi daha güzel bi insan yapar? Neyi neden merak ediyoruz?

12 Aralık 2010 Pazar

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

Sigarada 5.325.967 çeşit zehir olduğunu ve  dünya üzerinde bu kadar çeşit zehir  olmadığını,

Ahmet Kaya’nın asıl soyadının “Şeker” olduğunu ve bağlamayı sert çalışından dolayı sonradan “Kaya” soyadını aldığını,

İlk Temel fıkrasının Hollywood’da üretildiğini,

Deniz atlarının çift cinsiyetli olduğunu ve zorda kalınca kendisini dölleyebildiğini,

İsmail Amca’nın gençliğinin bir döneminde hayatını ipne olarak yaşadığını ve bu alışkanlığından karısının şiddetli ısrarlarıyla vazgeçtiğini,

Yarasaların memelerinin asla sarkmadığını,

İstanbul’un altında gizli bir metro hattı olduğunu,

İlk uzay üssünün eski Mısır’da kurulu olduğunu, atmosfer dışına çıkacak roket tasarladıklarını fakat petrol henüz icat edilmediği için başarılı olamadıklarını,

Bozuk para kullanmanın 17. Yüzyılda İngiltere’de yasak olduğunu,

İsmail Amca’nın kim olduğunu?

İlk tramvayların atlar tarafından çekildiğini,

Aslında öyle olmadığını,

Hayriye Teyze’nin dişlerini bir sevişme esnasında kaybettiğini ve genç yaşında takma dişlere mahkum olduğunu,

"Genç yaş" tabirinin yanlış olduğunu (tıpkı "ucuz fiyat" gibi, "eninde sonunda" gibi) ve doğrusunun "gençlik zamanları" olabileceğini, (ötekilerin doğrusu da "düşük fiyat" ya da "ucuz mal" ve "önünde sonunda"),

Süleyman Abi'nin içinde hiç kötülük olmadığını,

Türkçe hatalarını düzeltmenin ukalalık olmadığını,

Avrupalılar ayak basana kadar Amerika kıtasında lama ve kobay faresi dışında evcil hayvan bulunmadığını,

Tüm bunları uykum kaçtığı için yazdığımı, içimde kötülük olmadığını,

Hayriye Teyze’nin İsmail Amca’nın karısı olduğunu.

10 Aralık 2010 Cuma

Yelkovan neşeli belki ama akrep hüzne dönük.

Bir şey lazım biliyorum ya da bir yerlerde olmak lazım, bunun şarkısı da vardır eminim ama unutmuşumdur şimdi kesin.

Ya da bilmemek lazım belki de bilemiyorum.

Hem sonra  yanılmalarım var benim çok fena, yanılmalarımdan şüphesizliğim ve şüphelerimde yanılmamalarım da var.

Üstüme alınmalarım var, sadece alınmalarım, ciddiye alınmalarım…

Nedenlerim olduğu gibi “neden?” diye sormalarım da var ki bir çoğunun cevabı “neden olmasın?”da gizli.

İnceliklerim de var sonra ama inceliklerimin boğazına yapışmış incinmişliklerim de var. Sonra “inceldiği yerden kopsun”larım , kopmamış incelmişliklerim…

Pürüzsüz beyaz niteliklerim ve onlardan daha da beyaz boşvermişliklerim, bilmişliklerim, en çok da bilememişliklerim...

Meşum ve eksiksiz bir yoklama gibi her şey…Ve arada bir de olsa yok yazın beni ne olur. Bir de çalmayan kapılar çalıyormuş gibi yapmasın. Çok uykum var.

Maria

Eleni

9 Aralık 2010 Perşembe

İYİ Kİ BEN ÖYLE DEĞİLİM

Bir hocamız “insan kendisini övmezse çatlarmış.”  derdi hep… ve arkasından kendini överdi. Bu cümle kendini övme seansını müteakiben de kurulabiliyordu.

İnsanın kendisini övmesi doğrudan ve dolaylı olabiliyor, “ben şu konuda iyiyim” türünden övünmelere doğrudan dersek “ben kötü değilim” türüne de dolaylı diyebiliriz.

“Ben kötü değilim” tek başına kuru kuruya söylenmez, muhakkak kötüye örnek verilir.

Dedikodunun çalışma mantığı budur . Mahalle kadınları az önce yanlarındayken birlikte bi başka kadını çekiştirdikleri hanım yanlarından kalkınca anında onu çekiştirmeye başlarlar. “Ayy evi çok pis onun.” cümlesinde gizli bir “benim evim tertemizdir.” iddiası vardır ki asıl amaç budur. “Onların oğlu ibne olmuş.” cümlesinde  “iyi ki benimki heteroseksüel” cümlesi gizliyken“ kızlarını her gece başka başka birileri eve bırakıyor .” cümlesinde “benim kızım namusludur.” cümlesi gizlidir. Örnekler çoğaltılabilir elbette.

“İyi ki ben öyle değilim” ya da “iyi ki benimkiler öyle değil” cümlelerini güçlü kılmak için pazarlık da yapılır çok zaman. “Tamam benim kız da geç geliyor bazen ama okuldan arkadaşlarıyla sohbet ediyorlar kafede, hepsi de terbiyeli düzgün çocuklar, onların kızının nerelerden geldiği belli değil allah korsun” cümlesindeki gibi. Bu cümleler içinde “ama” olan cümlelerdir ki bir cümlenin içinde “ama” varsa “ama”dan önceki kısım önemsizdir.

Kendimizi iyi addedebilmemiz, iyi hissedebilmemiz için başkalarının kötü olmasına ihtiyacımız var.

Müslüman olup da “gereğinden fazla dindar”larla sorunu olan insanların da benzer aktiviteleri vardır. “Benim annem de başörtü takardı ama..” diye başlayan cümleler nasıl da tanıdıktır:) Burada ayrıca gizli bir “beraber yanalım lütfen” temennisi de var ki ödevini yapmamış ilkokul çocuğunun mümkünse sınıftaki hiç kimsenin ödevini yapmamış olmasını dilemesinden farksızdır bu temenni. Kendimden biliyorum, yapmazdım ödev, sevmezdim çünkü ve kabusum ödevini yapmamış tek öğrenci olarak ortada kalakalmaktı. Ama hiç kimse yapmayınca rahatlıyordum:) Ama konumuz bu rahatlama değil, karıştırmayalım, o başka bir şey…Bizim konumuz “annem de takardı başörtüsü ama…” cümlesindeki  gizli “bu gereğinden fazla dindarlık beni rahatsız ediyor ama ben de müslümanım.” önermesidir. “Bu dindar görünenler aslında dindar  falan değildir, olaylar siyasidir, öyle değil böyledir vs. vs.” bitmeyen cümleleri vardır.  Bu arada o dindar görünenlerin bir çoğu gerçekten ciddi günahkardır, samimiyetleri şüphelidir o da ayrı tabi:)

Bi de birine “salak” demenin içindeki gizli “ben salak değilim” vardır ki çok karakteristik bir kendini övmedir. Hakaret etmek bazen kendini övmektir, evet… Her zaman değil ama! hakaret bazen sadece hakarettir:) bazen de acı gerçeklerdir, sadece gerçeği söylersin hakaret olur, fena tabi:)

Reality showların yüksek rating almasındaki temel sebep de budur. Başkalarının felaketinde “iyi ki ben öyle değilim”i arar insan rahatlamak için. Dedikodunun tv versiyonundan başka bir şey değil bu programlar yoksa kimse içinin cızlamasından ya da tiksinmekten zevk almaz. Konu hep “ben”dir, “o öyle ben değilim, onun başına şöyle bir şey gelmiş benim gelmemiş vs.” diye hep kendisiyle mukayese eder insan, kendisini olayların dışına çıkartarak düşünemez.

Film seyrederken kamera hangi tarafı gösteriyorsa o tarafı tutmamız bu “ben” meselesini anlamak için güzel bir örnektir. Kamera hırsızı gösteriyorsa hırsızın yakalanmamasını, polisi gösteriyorsa hırsızın yakalanmasını isteriz. Kamera kimi gösteriyorsa ona empati kurarız, anlayış gösteririz, sahipleniriz hatta özdeşleşiriz. Olan şeyleri kendi başımıza geliyormuşçasına takip ederiz, taraf oluruz.

Tüm bunlar böyle iken açık açık kendisi hakkında iyi şeyler söyleyenleri de sevmeyiz, yapıştırılmaya hazır “ukala” etiketimiz her daim cebimizde hazırdır. Birileri ukalaysa da biz ukala değilizdir:)

Örnekler çoğaltılabilir, farklı türde kendini övmeler de vardır ama mevzunun özü bundan ibaret uzatmak gereksiz. Aslında her şey en başından en sonuna “ben”i tarif etmekten başka bir şey değil. Doğduğumuz andan itibaren “ben”i tarif etmeye çalışıyoruz, bu tarifi yapabilmek için önce çevreyi-dünyayı-evreni tarif edebilmemiz gerekiyordur, işe oradan başlarız. Dünya tarifini “dünyadaki diğer kişiler”i tarif izler ve sonunda kendimize ait tarif cümleleri kurarız. Tüm bunlar hakkındaki fikirlerimiz-bilgilerimiz sürekli değiştiği için, ondan da önemlisi bunların öznitelikleri sürekli değiştiği için de tarif etmeler hiç bitmez, hayatımızı kendimizi tarif ederek geçiririz. Ve tarif ederken de adil olmak mecburiyetimiz yoktur, neden olduğumuzdan daha yetenekli, daha zeki, daha dürüst zannedilmeyelim ki?

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...