Bir hocamız “insan kendisini övmezse çatlarmış.” derdi hep… ve arkasından kendini överdi. Bu cümle kendini övme seansını müteakiben de kurulabiliyordu.
İnsanın kendisini övmesi doğrudan ve dolaylı olabiliyor, “ben şu konuda iyiyim” türünden övünmelere doğrudan dersek “ben kötü değilim” türüne de dolaylı diyebiliriz.
“Ben kötü değilim” tek başına kuru kuruya söylenmez, muhakkak kötüye örnek verilir.
Dedikodunun çalışma mantığı budur . Mahalle kadınları az önce yanlarındayken birlikte bi başka kadını çekiştirdikleri hanım yanlarından kalkınca anında onu çekiştirmeye başlarlar. “Ayy evi çok pis onun.” cümlesinde gizli bir “benim evim tertemizdir.” iddiası vardır ki asıl amaç budur. “Onların oğlu ibne olmuş.” cümlesinde “iyi ki benimki heteroseksüel” cümlesi gizliyken“ kızlarını her gece başka başka birileri eve bırakıyor .” cümlesinde “benim kızım namusludur.” cümlesi gizlidir. Örnekler çoğaltılabilir elbette.
“İyi ki ben öyle değilim” ya da “iyi ki benimkiler öyle değil” cümlelerini güçlü kılmak için pazarlık da yapılır çok zaman. “Tamam benim kız da geç geliyor bazen ama okuldan arkadaşlarıyla sohbet ediyorlar kafede, hepsi de terbiyeli düzgün çocuklar, onların kızının nerelerden geldiği belli değil allah korsun” cümlesindeki gibi. Bu cümleler içinde “ama” olan cümlelerdir ki bir cümlenin içinde “ama” varsa “ama”dan önceki kısım önemsizdir.
Kendimizi iyi addedebilmemiz, iyi hissedebilmemiz için başkalarının kötü olmasına ihtiyacımız var.
Müslüman olup da “gereğinden fazla dindar”larla sorunu olan insanların da benzer aktiviteleri vardır. “Benim annem de başörtü takardı ama..” diye başlayan cümleler nasıl da tanıdıktır:) Burada ayrıca gizli bir “beraber yanalım lütfen” temennisi de var ki ödevini yapmamış ilkokul çocuğunun mümkünse sınıftaki hiç kimsenin ödevini yapmamış olmasını dilemesinden farksızdır bu temenni. Kendimden biliyorum, yapmazdım ödev, sevmezdim çünkü ve kabusum ödevini yapmamış tek öğrenci olarak ortada kalakalmaktı. Ama hiç kimse yapmayınca rahatlıyordum:) Ama konumuz bu rahatlama değil, karıştırmayalım, o başka bir şey…Bizim konumuz “annem de takardı başörtüsü ama…” cümlesindeki gizli “bu gereğinden fazla dindarlık beni rahatsız ediyor ama ben de müslümanım.” önermesidir. “Bu dindar görünenler aslında dindar falan değildir, olaylar siyasidir, öyle değil böyledir vs. vs.” bitmeyen cümleleri vardır. Bu arada o dindar görünenlerin bir çoğu gerçekten ciddi günahkardır, samimiyetleri şüphelidir o da ayrı tabi:)
Bi de birine “salak” demenin içindeki gizli “ben salak değilim” vardır ki çok karakteristik bir kendini övmedir. Hakaret etmek bazen kendini övmektir, evet… Her zaman değil ama! hakaret bazen sadece hakarettir:) bazen de acı gerçeklerdir, sadece gerçeği söylersin hakaret olur, fena tabi:)
Reality showların yüksek rating almasındaki temel sebep de budur. Başkalarının felaketinde “iyi ki ben öyle değilim”i arar insan rahatlamak için. Dedikodunun tv versiyonundan başka bir şey değil bu programlar yoksa kimse içinin cızlamasından ya da tiksinmekten zevk almaz. Konu hep “ben”dir, “o öyle ben değilim, onun başına şöyle bir şey gelmiş benim gelmemiş vs.” diye hep kendisiyle mukayese eder insan, kendisini olayların dışına çıkartarak düşünemez.
Film seyrederken kamera hangi tarafı gösteriyorsa o tarafı tutmamız bu “ben” meselesini anlamak için güzel bir örnektir. Kamera hırsızı gösteriyorsa hırsızın yakalanmamasını, polisi gösteriyorsa hırsızın yakalanmasını isteriz. Kamera kimi gösteriyorsa ona empati kurarız, anlayış gösteririz, sahipleniriz hatta özdeşleşiriz. Olan şeyleri kendi başımıza geliyormuşçasına takip ederiz, taraf oluruz.
Tüm bunlar böyle iken açık açık kendisi hakkında iyi şeyler söyleyenleri de sevmeyiz, yapıştırılmaya hazır “ukala” etiketimiz her daim cebimizde hazırdır. Birileri ukalaysa da biz ukala değilizdir:)
Örnekler çoğaltılabilir, farklı türde kendini övmeler de vardır ama mevzunun özü bundan ibaret uzatmak gereksiz. Aslında her şey en başından en sonuna “ben”i tarif etmekten başka bir şey değil. Doğduğumuz andan itibaren “ben”i tarif etmeye çalışıyoruz, bu tarifi yapabilmek için önce çevreyi-dünyayı-evreni tarif edebilmemiz gerekiyordur, işe oradan başlarız. Dünya tarifini “dünyadaki diğer kişiler”i tarif izler ve sonunda kendimize ait tarif cümleleri kurarız. Tüm bunlar hakkındaki fikirlerimiz-bilgilerimiz sürekli değiştiği için, ondan da önemlisi bunların öznitelikleri sürekli değiştiği için de tarif etmeler hiç bitmez, hayatımızı kendimizi tarif ederek geçiririz. Ve tarif ederken de adil olmak mecburiyetimiz yoktur, neden olduğumuzdan daha yetenekli, daha zeki, daha dürüst zannedilmeyelim ki?