3 Temmuz 2018 Salı

AKREDİTASYON İŞLERİ



Yazıyı böyle tane tane, sindire sindire okudum ve bir tv başı diyaloğunu anımsattı bana.
Birkaç edebiyat leşkerinin edebi edebi konuşmasını izliyorduk, söz Üçüncü Şahsın Şiiri'ne geldi ve şiirdeki kıskançlıktan konuşmaya başladılar, ben şaşırdım ve  insiyaki olarak "o şiirde kıskançlık yok ki" deyiverdim. "Nasıl yani?" sorusuyla karşılandı tepkim...şöyle cevap verdim:
Şair o çöp gibi ipince oğlanı kıskanmıyor, o olmak istiyor.

Kıskanmak bir şeyin başka birinin elinde değil de kendi elinde olmasını istemektir. Kendi eline geçirme imkanı yoksa bu sefer de "onda da olmasın" isteği ortaya çıkar, yoklukta eşit olalım bari...hesabı. Hatta insanın canını asıl yakan kendinde olmaması değil de başkasında olmasıdır.
Bu hesapla Attila İlhan o kızın çöp gibi oğlana ait değil de kendine ait olmasını istiyor olması gerekir kıskanmanın oluşması için. Öyle değil işte, şair bir şeyi ele geçirmek filan istemiyor, bizzat o oğlana dönüşmek istiyor.

"beni sevmiyordun bilirdim"
O kız tarafından sevilen insan olmak istiyor şair, olduğu kişi olmaktan rahatsız, başka birisi olmak istiyor... ve o kızın sevdiği bir adama dönüşürse...daha değerli biri olmuş olacak.
Şairin rahatsızlık sebebi değersizlik hissidir, isteği ise dönüşmek, değerliye dönüşmek.

Böyle aşklı meşkli on numara bir şiiri psikolojik rahatsızlıkmış gibi ele almam rahatsız edici di mi? Rahatsızlık varsa iyidir.
İyi de aşkın kendisi marazi ki zaten, yazıda pek güzel açıklanmış ki böyle gerçekten bir şeyler söyleyen dolu bir yazıya tesadüf etme ihtimalimiz yüksek değil, bu kıyağımı da unutmayın.

Konuyla çok direkt ilgili değil ama kıskançlık bahsini kapamadan şu muhteşem ötesi güzellikte beyti buraya iliştireyim de şiir tanrısının gönlünü almış olurum belki:
Künc-i firkatte rakiba beni tenha sanma,
Yar ger sende yatursa elemi bende yatur.
Bağdatlı Ruhi
(Ayrılık köşesinde beni yalnız sanma ey rakip, yar eğer sende yatıyorsa elemi de bende yatıyor)

Yazı bana söyleyecek bir şey bırakmamış ama bir-iki ekleme yapasım var.

Kendi olmaktan rahatsız olmayı doğrudan aşağılık kompleksi gibi algılamak yaygın bir yanlıştır, insan denen canlının fabrika ayarları kendi olmaktan rahatsız olmaya yöneliktir, rahatsız olacak ki değişsin-değiştirsin-dönüşsün-dönüştürsün.
Eğer insanlar kendisi olmaktan rahat olsalardı... hala sopanın ucuna taş bağlayıp hayvan avlamaya çabalıyor olurduk. Belki taşları cilalamayı akıl etmiş de olabilirdik ama o kadar yani, fazlası olamazdı. Tekerleği bulan kişi kendisi olmaktan rahatsız olduğu için buldu, Kutuplar'ı böyle birisi keşfetti, bu binalar, cihazlar, sanat eserleri hep kendisi olmaktan rahatsız, başka birisine dönüşmeye çalışan insanların eseridir. Eğer insan arabaysa kendisi olmaktan rahatsız olmak benzindir, en büyük sermayemiz rahatsızlığımızdır.
İnsanın içinde olması normal olanla psikolojik rahatsızlık olan arasında ince bir çizgi var sadece, kendisi olmaktan rahatsız olmak kimseyi anormal yapmaz ancak bu durumun abartılı bir hal alması ve yanlış şeyler üzerine yapılanmasını psikolojik bir rahatsızlık olarak mütalaa edebiliriz.

Aşkın kimyasının marazi olmasındaki asıl sebep muhatabın yanlışlığı... 
Bir parçanın, başka bir parçayla birleşerek bütün olacağını sanmasındaki hatadır marazın sebebi... iki damlanın birleşince okyanus olacaklarını sanması gibi. Aşk, damlanın okyanusa kavuşarak-karışarak kaybolma isteğinin ifadesidir, kendi gibi bir başka damlayla olacak iş midir vuslat?
İki damlanın okyanus edeceği sanrısı hiç ölmeyeceğini sanma sanrısıyla aynıdır... sonlu bir hayatın içine  sonsuzlu anlamlar sığdırma telaşı bütün sanrılarımıza kaynaklık eden temel sanrımızdır.
Ayrıca... iki damla su birbirlerinin neredeyse aynıdır ama insan insana benzemez... bu benzemezliğin inkarını da yazı çok güzel anlatmış.

Kendi olarak sana gelen,
sana gereksinimi olmadan seni isteyen,
sensiz de olabilecekken senin ile olmayı seçen,
kendi olmasını seninle olmaya bağlatan.
O işte.
Oruç Aruoba

Aruoba'nın tarif ettiği aşk mıdır? Değil.

Sende işine yarar bir şeyler var ise "seni seviyorum" diyen insanlara tiksintisi yazdırmış bu sözleri Aruoba'ya bence, sadece kendisi olduğu için sevilmek ve değer görmek istiyor.
Çok makulmüş gibi görünen bu istek aslında karşılanması imkansıza yakın bir istektir. Bir önce yazdığım Brooklyn'de Orospuluk yazısı tam da bunu anlatıyordu, sana gülümseyenler sende olan bir şeyleri kendisi için istiyor, "benim için neyin var" sorusu hep ilk sırada, seni "seni seviyorum"larla bağlayarak alacaklarını garanti altına almaya çalışıyorlar ve mevzuya böyle röntgenle bakınca Aruoba'nın tiksintisini paylaşmamak imkansız.

Aruoba'nın tarif ettiği şey aşk değil kabul görmektir... insanın en temel ihtiyacıdır.

"Şunu elde edersem beni daha kolay kabul ederler" ya da "bunları edinirsem daha yüksek kişilerden kabul görürüm" düşüncesi ile diploma sahibi oluyor insanlar... Mercedes sahibi, makam sahibi oluyorlar... ya da enstrüman çalmayı bilen insana dönüşüyorlar, üç dil bilen insana, kuantum fiziği hakkında konuşabilen insana... Güney Kutbu'nu keşfetmiş insana, radyoyu icat etmiş insana vs.
Tüm bunları itibar görmek için yaptığını düşünürüz insanın ama "kabul görmek" daha doğru bir ifade. En doğru ifade de "akreditasyon"
Bu yabancı kelimeyi çok gerekli olmasaydı kullanmazdım ama duruma en en uygun kelime budur.
Akreditasyon demek "herkes değil ama sen girebilirsin" demektir. Başkalarından bir farkın olur yani, havalı bir durumdur. İnsanın kendisini değerli hissetmesi akreditasyonel tatminlerden başka bir şey değildir aslında.

Erkeklerin seksi skor telaşına dönüştürmesi buna güzel örnektir. Kadın, başkalarına vermediği izni sana vermiştir, bu izni koparan erkek değerli-özel hisseder, akredite olmuş hisseder. Ve işi bitince arkasını dönüp uyur ya da giyinir gider...kale fethedilmiştir, aynı izni birden fazla kez kullanmanın çok da matah bir anlamı yoktur. Bu yüzden seksle skor telaşını karıştırmamak gerekir, seks hayatın başlangıcıdır, mucizelere gebe çok güzel bir şeydir fakat skor telaşı hastalıktır, geçici bir süre için değersizlik hissinden kurtulmaya dair boktan bir ağrı kesici haptan başka bir şey değildir.

İnsanların siyasi görüşleri sandıkları şeyler...tuttukları partiler...uzun uzun tartışmalar... hep bitmez bir akreditasyon talebinin ifadesi aslında.
İnsan sürekli haklı çıkmaya çalışan ve haklılığını göze sokan hayvandır.
Hep akreditasyon işte bunlar, gerçekten siyasi bir görüşe sahip insanların oranı % 1 ya vardır ya yoktur. (Yoktur)
Aidiyet duygusu ve akredite olma telaşı olmasaydı çok çok az kişi siyaset konuşuyor olurdu.

İnsanın kayıtsız-şartsız kabul ve değer gördüğü...akredite olduğu...hiçbir şey yapmak zorunda olmadan elde ettiği... ve % 100 gerçek sevgiyle sarmalandığı tek durum muhtemelen annesinden gördüğüdür ama o da çantada keklik bir sevgi olduğu için görmezden gelinir. İnsanın sevgilisinde annesini-babasını araması tuhaf di mi? Belki.

Buralarda bir yerlerde bağlamam gerekiyor da... bağlamak zorunda mıyım? Özetle:
Aşk hastalıklı bir şeydir ve hastalıklı olması normaldir... asıl büyük hastalar hasta olamayan lüzumsuzca gürbüz olanlardır ki bunlara "gömülmesi unutulmuş ölüler" demek çok da yanlış olmaz. Madem hasta olmayacaktın niye geldin ki dünyaya di mi?
Sahi ya... niye geldik?

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...