Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda
sadece tek bir şey vardır belki de:
O aslında öyle değil.
Tazı yarışları var hani Abd’de, bahisli falan, şöyle:
Tazılar öyle yarış olsun diye koşmazlar, yarışmazlar, bir şeyi
kovalamaları gerekir, yarışlarda da bir tavşanı kovalatıyorlar koşmaları için.
Tavşan gerçek değil tabi plastik, bir mekanizmaya bağlı olarak tazıların
hep önünde gidiyor, videoda da çok kısa bir süre görünüyor tavşan, yarış
bitince de kaybediyorlar plastik tavşanı ortadan. Tavşan asla yakalanmıyor,
racon böyle.
Eğer bir teknik arıza sonucu tazılardan biri tavşanı yakalar da dişlerse…o
tazı bir daha asla koşmuyormuş! Start veriliyor, bütün rakipleri aklını
yitirmiş gibi peşine düşüyor çakma tavşanın ama bizimkinde tık yok…öyle
amaçsız, öyle avare… bakınıyor.
Koşmuyor çünkü anlamış yalan olduğunu.
Düşünsenize anası süper babası süper genç bir tazı, bir dünya para bastırıp
almışsınız yarışsın da sizi zengin etsin diye ama aptal bir personel hatası yüzünden sizin gelecek vaat eden tazının bütün kariyeri bir gecede son buluyor, o
saatten sonra anca damızlık, o da kısır değilse! Rezillik di mi?
Şu kapitalist didaktik başarı koçlarının ısrarla “kendinize hedef
belirleyin” demesi tam da bundan, tavşan yoksa koşu da yok, “plastikten bir
tavşan yapın da koşun peşinden” diyorlar kısaca bize. Uyanıklar!
“İnsanın eski huyu,
kendine hep bir put yapar,
oldum bittim böyle bu,
kendi yapar kendi tapar”
Keşanlı Ali Destanı'ndan (Haldun Taner)
Oruçtan geldi aklıma hep bunlar. Kan şekerim çok mu düşüyor artık ne oluyorsa
şu uzun günlerde akşama doğru resmen nevrim dönüyor, o son 10 dakika çok yavaş geçiyor
falan! Sonra? Çorbayla falan değil ilk suyla doyuyorum valla…5 dakika önce
gözünüze hayatın anlamı gibi görünen yemeklerin tılsımını bu kadar kolay-çabuk
yitirmesi ve bunun bir ay boyunca her gün tekrarlanmasına takıldı
kafam, her gün aynı yanılgıya düşüyoruz farkında mısınız?
Orucun bize anlatıp durduğu şey de peşinde olduğumuz, gözümüzde
büyüttüğümüz şeylerin “aslında öyle olmadığı” mıdır yoksa? Tavşanlarımız
plastik mi? Hepsi mi?
“Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık,
yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?”
yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?”
Hiçbir şey kaybetmezdi tabi ki…
Ama…Tahir, Zühre’yle bir müddet sevişse aşkını kaybeder. Malum, vuslat aşkı
öldürür.
Bütün kelebekler gider, arkasından el salla!
Aşk ölür ama yerine çok güzel bir şey bırakır da ölür, isim verilmemiş bir
şey bu, nedense atalarımız aşk bittikten sonra gelip yüreğimize oturan o
bağlılıkla işlenmiş güzel duyguya isim vermemişler, çok ciddi bir
eksiklik bu ve ben çok ciddiyim!
Tarif edebildiğim ama ismi olmayan bu şey, “sevgi” değil çünkü sevgi çok
genel…”Tüfülük” diyelim bu kelimeye, adı yok ya kelimenin, uyduralım, tüfülük
olsun adı, tüfülük tam olarak şudur:
Aşktan sonra gelip insanın derinine yerleşen, sadakatin haz olarak
algılandığı, tenselle ruhsalın birbirinden artık ayırt edilemez şekilde
karıştığı, kokunun en baş rolde oynadığı, bütün kimyanızın bir kişiyi kendinden bilme haline teslim olduğu, hazdan uzakta iken de hazzın
hissedilebildiği duygu durumu.
70 yaşındaki adam karısına "Allah bizi öteki tarafta da ayırmasın, Cennet-Cehennem fark etmez" diyor, gerçek şu söylediğim replik falan değil...tüfülük dediğim tam olarak bu işte.
Aşk, bir ilişkiyi başlatır en fazla, ilk ateştir, o kadardır. İlişkiyi yaşatan, değerli kılan tüfülüktür.
70 yaşındaki adam karısına "Allah bizi öteki tarafta da ayırmasın, Cennet-Cehennem fark etmez" diyor, gerçek şu söylediğim replik falan değil...tüfülük dediğim tam olarak bu işte.
Aşk, bir ilişkiyi başlatır en fazla, ilk ateştir, o kadardır. İlişkiyi yaşatan, değerli kılan tüfülüktür.
Tüfülük araya girmiş parantezdi, o kelimeye isim konulmadığı için çok ciddi
hayıflanıyorum ben, nasıl atlamışlar hayret! O yüzden araya aldım o
büyük parantezi.
Asıl konumuz aşktan tüfülüğe dönüşemeden tılsımını yitiren şeyler. İftardan
beş dakika önce resmen aşkla baktığınız yemeklerin ezandan kısa süre sonra
sıkıcı bir anlamsızlığa bürünmesi yani…meselemiz.
Bir ömür bir tas çorbaya aşk besleyecek halimiz yok yani di mi? En azından
aynı tas çorba olmasın! :)
Neler olabilir bu kısa süreli olarak gözümüzde aşka dönüşüp tutkuyla
istediğimiz ama balon gibi patlayıveren şeyler? Yanlış kişiler mesela, sen onu
peri kızı/beyaz atlı prens sanırsın/sayarsın ama o gerçekte bok yığınında
eşelenen tavuk/horoz gibi olabilmeyi hayal ediyordur, hayattan anladığı budur,
gelin olmuş sarımsak gibi kokusunu 41. günde belli eden cinsten işte… tüfülük
falan hak getire, öğürürsün kokudan!
Terfi almak, çok paraya kavuşmak, Ferrari sahibi olmak…hepsinin balonu emin
olun sadece birkaç günlük. O çok zenginler her gün 10 dönümlük havuzlarına
giriyor mu sanıyorsunuz? Girmiyorlar, sıkılıyorlar, iftar sonrası yemek gibi
işte o havuz onlara. Ama biz fakirlerin gözünde hep iftara 5 kala :)
Diyelim ki tüfülüğü bulduk, o nasıl bir şeyse artık varlığı bize her an
böyle huzur pompalayan, hayatın anlamı gibisinden o şeye sahip olduk... içimiz
her daim kıpır kıpır, mutluyuz, huzurluyuz…sonra?
“Seversin dünyayı doludizgin,
ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan,
ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye,
elmanın da seni sevmesi şart mı?”
ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan,
ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye,
elmanın da seni sevmesi şart mı?”
Derdim bu şiirden alıntı yapıp durmak değildi valla ama çok denk düştü!
Elmanın da bizi sevmesi şart mı?
Dilediğin kadar güzel şey istifle, sonu var.
Bizler sonlu bir dünyaya sonsuzluğu sığdıramamanın muzdaribiyiz, tüfülüğü
bulsak ne olacak?
“Çok güzelsin gitme dur” diyeceğimiz bir şey bulsak bile,
“Çok güzelsin gitme dur” dediğimiz gerçekten bizde dursa bile,
Bizi sonsuza taşıyamaz ki hiçbir “çok güzelsin gitme dur”!
Ki bizi asıl “bedbaht eden melal” de hep o sonsuzdur!
Ta ki…asıl “Tek Güzel” bizi yanına alana dek.
Notlar:
Tüfülüğü kanımca en güzel anlayan/anlatan kişi Ziya Osman Saba'dır,
bambaşkadır...
“Çok güzelsin gitme dur” Goethe’nin Faust romanında Doktor Faust’un
roman boyunca peşinden koştuğu şeydir,
Alıntılar Nazım Hikmet’in “Tahir’le Zühre Meselesi”
şiirindendi,
Bu alıntı da Necip Fazıl’dan olsun:
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, sonsuza varmak.