13 Temmuz 2012 Cuma

ROMANTİZM


Karı kızdan bahsetmeyeceğim. Mum, şarap, ay ışığı, mehtap vs. de yok…
O zaman anlamı kalır mı ki? Kalır, fevkalade mühim bir konu bu.

Kelimenin etimolojik kökeni, akım olarak çıkışı (doğum yeri sanıldığı gibi Fransa değil Almanya) elbette ki önemli ama bu tarz bilgilerle yazıyı uzatmayacağım, (çok uzar, konu derin) bu işten anlayan insanların net bir tarifini yapmaktan kaçındığı romantizmi kendi anladığım şekliyle tarif etmeye çalışacağım, düzgün tarif edebilirsem neden çok önemli olduğunu da anlatabilirim belki, yazının özü budur.

Romantizm sanıldığı gibi aşk meşk işlerinin raconu değildir, anlamı zamanla dejenere olarak böyle algılanmaya başlamış, “gerçeklerin değil de coşkulu yaşamın göz önüne alınması” gibi bir öz anlamı var, tarihçesine girmeyeceğim, meraklısı google’dan kolaylıkla öğrenebilir.

Romantizm “en”lerin coğrafyasıdır.
Dünya ihtimal hesapları üzerinde döner, quantum fiziğinin felsefik izdüşümleri bu hesaplarla pek ilgilidir, tam burada lafı uzatmak çok mümkün ama kısaca şöyle demek mümkün: olan şeyler büyük oranda olması ihtimali en fazla olanlardır, % 1’lik ihtimalin tuttuğu durumlar elbette ki vardır ama o % 1’lik ihtimaller kaba bir tahminle % 1 oranında gerçekleşir…kalan 99 kezde olması beklenen olur.
Yani siz elinizde yüzük sevgilinize evlenme teklif ettiğiniz anda birden yakınlarda bir yerde şarkınız çalmaya başlamaz, o anda gök kuşağı çıkmaz. Sizin şarkınızın o anda çalmaya başlaması için büyük tesadüfler gerekir, gök kuşağı da öyle zırt pırt çıkan bir şey değildir. Büyük tesadüfler öyle sık sık olan şeyler değildir hasılı… size lazım olan başkadır, hayatın her gün önünüze çıkarttığı başka. Hayat genelde olması muhtemel olanı (ki gayet sıkıcıdır bu olması muhtemel olan) sunar size.

Konunun pırtladığı yer de bu sıkıcılıktır. Sıkıcı, gündelik yani, yani normal-olağan, yaldızsız-parıltısız, koyu kahverengi mobilya gibi yani…bizse yıldızlar yağsın isteriz, şimşekler bizim için çaksın, yağmurlar tam zamanında yağsın falan.

İnsanların sıkıcı şeylerden sıkıldığını keşfeden yazarlar-senaristler bunu pek güzel sömürür. Filmde “aşıkların şarkısı” tam çalması gereken zamanda çalar, yağmur en doğru zamanda yağar, bomba patlamasına 1 saniye kala etkisiz hale getirilir, tren tam kalkmak üzereyken kaç zamandır kavuşamayan aşıklar birbirlerini görür de koşup sarılırlar ve film biter…sevgililerin o kalabalıkta birbirlerini görememe ihtimalleri söz konusu edilir ve son ana kadar bu ihtimal diri tutulur ama son anda görürler işte, kavuşurlar…o bomba da patlamaz.
Zengin ve şımarık yan rol sahipleri fakir başrolle fakir olduğu için alay ederler, gülerler. Kalbi hırpalanmış fakir dalga geçmelerine bir zaman müsaade ettikten sonra kalabalığa döner ve “siz zenginsiniz tabi, siz şunu bilirsiniz, siz bunu bilirsiniz ama şunlardan da haberiniz yoktur! Ben fakirim ama…”diye bir tirada girişir ve zengin kalabalık sus-pus dinler, verecek cevap bulamazlar, karizmaları hasar alır…fakir başrol taşı gediğine koymuş, “en” söylenmesi gerekenleri söylemiş ve izleyen bizlerin gönlünü kazanmıştır. (Bkz. Münir Özkul) Gerçek hayatta ise o fakir söyleyecek laf bulsa bile kimse dinlemez onu.
Ya da esas oğlan sevdiği kızdan incindikten sonra döner nasıl da gururlu olduğunu kızın yüzüne tokat gibi yapıştırır. (Kadir İnanır)

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama gereksiz, mevzu belli. Aslında filmler konumuz bile değil, konumuz gerçek hayat….

Gündelik hayatın sıkıcı ihtimalleri arasına sokuşturmaya çabaladığımız “en”lerle dolu sözlerden, hareketlerden bahsetmek istiyorum ben. “Kafama sıkar giderim”lerden, “ceketini alıp gitmek”lerden, “kimse benim gibi sevemez”lerden.
Tumturaklı bir laf etmek uğruna, tumturaklı bir son hareket uğruna neleri neleri feda ediyoruz? Evet işin ucu arabeske dayandı ama arabeskin beslendiği ana kaynak da romantizmin bizzat kendisi zaten!

Romantizm, egonun infilak halinde tatmin edilme ihtiyacından doğmuştur. Araba için benzin ne ise romantizm için coşku odur. Anahtar kelime de “abartma”dır.

Bütün ideolojiler romantiktir. İnsanlara “düşünme, düşüneceksen de sana anlattığım gibi düşün, sana lazım olan fikir bunlardır, gayrısı sana gereksizdir” dayatmasını yapan, uğruna insanların öldüğü o ideolojilerin tek ikna yöntemi vardır, o da romantizmdir. İdeolojiler abartarak coşturur ve coşan insan da düşünmez…ama eyleme geçmeye yetecek kadar düşünce sahibi olduğu sanrısındadır, ideolojiler bu sanrıyla beslenir, bütün halk hareketleri böyle ortaya çıkmıştır.
Coşmak için kalabalık olmak çok zaman yeter sebep olur…

İdeolojinin ucunda hiç değilse kocaman bir memleket-halk var, memleketin kurtarılması, “halkım için” falan… insanlar sırf karşı takımı tuttuğu için bile birbirlerinin canına kast edebiliyor. Takım tutmanın özü de romantizmdir elbette…evet, bu iş bu kadar ucuzdur.

Bir insanı, fikri, siyasi partiyi, tarihi bir şahsiyeti % 100 yanlışsız ya da % 100 yanlış buluyorsanız…o kişinin-kurumun doğru işi olamayacağını ya da yanlış işi olamayacağını savunuyorsanız…o kişi-kurum için seçtiğiniz kelimeler olumlu ya da olumsuz hep olağanüstü kelimelerse…yani hep abartıyorsanız… söyledikleriniz yanlıştır, siz bir romantiksiniz…sizi bu yanlışa sürükleyen de kendinizi gerçekleştirmenin yolunu egonuzu havai fişekler gibi patlatmakta bulmuş olmanızdır.

İnsan bu romantik abartılı coşkuları sevgilisi için de yaşayabilir, hangi aşık aşık olduğu  kişinin kusursuz olmadığını kabul eder ki? Ya da bir araba için mesela, cep telefonu için, futbol takımı için, at için, içecek için, şarkı için, şarkıcı için…coşkuyla abartıp sapıtmaz mı insan? Sapıtır:)

Tumturaklı bir laf sokmak ihtiyacındaki insan romantiktir. Her türden fanatik romantiktir.

ROMANTİZMİN KAYNAĞI BENCİLLİKTİR.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...